29 Aralık 2008 Pazartesi

Nemlendirici maskeler

Nemlendirici maskeler, cildi derinlemesine nemlendirir. Cilde canlılık, yumuşaklık ve parlaklık kazandırır. Cildin nem tutma bariyerinin onaylanmasına yardım eden maskeler, haftada 1 – 2 defa uygulanmalıdır.
Aşağıda bazı maske tarifleri verilmiştir. Her birini evde kolaylıkla uygulayabileceğiniz doğal maskelerdir.
* 1 tatlı kaşığı yaş maya ve yoğurdu iyice karıştırın. Ardından cildinize sürün ve 20 dakika kadar cildinizde bekletin. Ardından cildinizi, ılık su ile durulayın ve kurulayın.
* 1 yumurta sarısıyla 1 kaşık sütü karıştırın. Karışımı yüzüne sürdükten sonra ince bir bezle maskenin üstünü örtün. 15 dakika bu şekilde bekleyin. Ardından kağıt mendille maskeyi temizleyin. Daha sonra cildinizi ılık su ile yıkayın. Bu maske, kuru ve nemsiz ciltlere çok iyi gelir; süt cilde nem verir, yumurta ise cildi sıkılaştırır.
* 1 tane armudu yıkadıktan sonra blendıra koyun ve suyunu çıkarın. Üzerine 1 tatlı kaşığı yoğurt ve 1 tatlı kaşığı yulafı ekleyerek, iyice karıştırın. Karışımı yüzünüze sürün. Kuruduktan sonra masaj yaparak maskeyi çıkarın ve yüzünüzü ılık su ile durulayın. Bu maske gözeneklerdeki kir ve toksinleri çıkarıp, sağlıklı ve taze bir cilde kavuşmanızı sağlayacaktır.
* 1 adet portakalın kabuğunu soyarak blendıra koyup, suyunu çıkarın. Üzerine 1 tatlı kaşığı yoğurt ve 1 tatlı kaşığı yulafı ekleyerek, iyice karıştırın ve yüzünüze sürün. Maske kuruduktan sonra masaj yaparak çıkarın ve yüzünüzü ılık su ile durulayın. Bu maske gözeneklerinizdeki toksinleri temizleyerek, açacak ve cildinizi nemlendirecektir.
* 1 adet mangonun kabuğunu soyun ve çatalla iyice ezin. Üzerine 1 bardak süt ekleyerek, karıştırın. Karışımı macun haline getirin ve yüzünüze sürün. Maskenizi 15 dakika kadar yüzünüzde bekletin. Ardından ılık su ile yıkayarak çıkarın. Mango A vitamini açısından çok zengindir. Cildinize enerji verir, temiz ve yumuşak olmasını sağlar.
* Ayçiçeği yağı, aşırı yorgunluk, fazla güneş veya soğuk altında yıpranmış ciltler için idealdir. Cildi rahatlatır, canlandırır ve besler. Zeytinyağlı maske gibi hazırlayıp ciltte 15 dakika bekletin. 10 gün süreyle her gün uygulayın. Sonuçlarından memnun kalacaksınız.

Makale Kaynağı: Nemlendirici Maske Tarifleri
Yazar Hakkında:nazan baykal

22 Aralık 2008 Pazartesi

EVLİLİK

EVLİLER OKUYUN... BEKÂRLAR DERS ALIN... (Can Dündar yine üstatlığını konuşturmuş...)
Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da... Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizemi belki de kuruma inanmaktan geçiyor. Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar?Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi...Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına 'hot' dediğinde oturmalı kadın... Yâda yumuşatıyorlar;-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...Eğitimde de böyle... Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı... EŞİM BENDEN 2 YAŞ BÜYÜK; ne 'hot' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü... Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti,-'Ooo Can bey kapmışınız çıtırı' esprilerine muhatap dahi oldum. EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bi taneyi 9 senede bitirdim..Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım... Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...Bunu unutmadık biz.Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene. O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklısın bir tanem...' dedik,Öfke bitip fırtına durulduğunda 'ama bir de böyle düşün' de dedik fikrimizi savunurken.Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta... Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama...Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... Ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima...Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık... Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bir gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı eşim;-'Ne yapıyorsun burada?' diye sordu kapının eşiğinden, 'uyuyorum' dedim buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun?' dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi... Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...Ve bence doğrusu da bu...Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç. Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede...Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan... Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle...Sadece gönlünüzden geçtiğince... Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun;'...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insan a... CAN DÜNDARHayat kısa gelen bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder. Aşağı çekersin omuzların titrer. Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarır...

Biz Özür Dilemiyoruz


BİZ ÖZÜR DİLEMİYORUZ;
ÇÜNKÜ VATANIMIZI SAVUNDUK!
15 Aralık 2008 tarihinde bazı "sözde aydınların" öncülüğünde “özür diliyorum” başlıklı bir kampanya başlatıldı. Kendi tarihi gerçeklerinden kopmuş,"Şahsi emellerini müstevlilerin emelleriyle birleştirmiş" olan bu “özür grubu”, daha fazla destek bulmak amacıyla “Ermeni Soykırımı” yalanını, imza metinlerinde “Büyük Felaket” diye yutturmaya çalışıyorlar. BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ GÖNÜLLÜLERİ! Sözde "Ermeni Soykırımı" yalanını yeni bir versiyon ile sunmaya çalışan "Büyük Felaket İmzacıları",Büyük Ortadoğu Projesi'nin yeni bir evresinin hayata geçirilmesi kapsamında görev almış "B.O.P Gönüllüleri"dirler ve yeni ABD Başkanı OBAMA'dan aldıkları icazetle harekete geçmişlerdir.100 yıl öncesinin "Vatan Savunması İçgüdüsüyle" olup bitenini ısrarla günümüze taşımayı ihmal etmeyen bu "Aydınlarımızın(!)",halen güncelliğini koruyan işgal altındaki Irak ve Afganistan'daki "milyonlarca mazlum insanın", ABD ve yerli işbirlikçilerince katledilmesini hiç ağızlarına almayışları başka türlü nasıl açıklanabilir ki? Onlardan vazgeçtik "Ayakkabı fırlatmalarından",hiç değilse "bir kaç acı söz fırlatmalarını" beklerdik.
AÇAZNUNİ ÖZÜR DİLEDİ
Özür dilemesi gereken taraf, özrünü 85 yıl önce Türk’lerden dilemiştir. Özür dileyen şahsiyet, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovannes Kaçaznuni’dir. Kaçaznuni, 1923 yılında kurucusu olduğu Taşnaksutyun Partisi’nin kongresine sunduğu geniş raporunda özetle şöyle diyor: “Türkler ne yapacaklarını biliyorlardı. Ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır
Aynı raporda Kaçaznuni, “Aklımız dumanlandı.”, “Boş sözlere, hayallere kapıldık.” der. Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin oyununa nasıl geldiklerini uzun uzun açıklar. Emperyalizmin yanında yer alarak, mazlum bir milletin boğazlanmasına ve Ermeniler’in kurban edilmesine isyan eder Kaçaznuni. Tarihi gerçekleri cesurca açıklayan Kaçaznuni yükselmiş, ABD’nin yanında Türkiye’ye karşı konumlanmış özür imzacıları alçalmıştır. VATANIMIZI SAVUNDUK
Türkler, işgal altındaki vatanlarını savunmuştur. Vatan savunması her türlü hakkın üstündedir ve görevdir. Emperyalist savaş, Osmanlı’nın nasıl paylaşılacağı üzerine kurulmuştur. Biz bu vatan savunmasıyla millî devletimizi kurduk, Cumhuriyet olduk; millet aşamasına yükseldik. Kurucu Büyük Devrimci Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir” eşsiz tanımlamasını yaparak, bir tarih dersi vermektedir. Kürdü, Ermenisi dahil, hepimiz Türk milletini oluşturuyoruz. Milletimizi başta tarikat, cemaat ve etnik kökenlerine göre bölme ve parçalama, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde belirlenmiş özel görevlerdir. Ermeniler bizim Ermenilerimiz, bizim yurttaşlarımızdır. Bu özel görevlerde yer almayacaklardır. Türkiye yine vatan savunması dönemindedir, ortak tarihimizden ders çıkarılacak, vatanımız birlikte savunulacaktır.
HIRANT DİNK’TEN TARİHİ DERS
Özür imzacılarına, yurtsever Hrank Dink, 15 Nisan 2006 tarihinde Malatyalı İşadamları Derneği’nde yaptığı konuşmayla, en iyi cevabı veriyor: “Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynadıkları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara güvendi, kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracak sandı. Ama yanıldılar. Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar. Çekilip gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne oldu, başka bir şey mi oldu? Ümit mi oldu? Bu çok tehlikeli bir gidiş. Amerika bu. Gelir, o kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra da burada, tekrar insanları burada kendi didişmesi içinde bırakır.” Ey "Özür İmzacıları!", sizler "Hepimiz Hırant'ız!","Hepimiz Ermeniyiz!" dememiş miydiniz? Öyleyse neden Hırant gibi düşünemiyorsunuz?Neden bu ermeni vatandaşımız olan Hırant gibi, oynanan oyunun yine önceki gibi "kardeşi kardeşle kan içerisinde bırakmak" isteyen emperyalist bir oyun olduğunu göremiyorsunuz?Siz,Özür imzacılarının tümüne, Ovannes Kaçaznuni’nin, Kaynak Yayınları’ndan çıkan Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok (1923 Parti Konferansı’na Rapor) adlı kitabı okumanızı ve en kısa zamanda bu kampanyayı sonlandırmanızı tavsiye ederiz. Aksi takdirde,Ermenistan'ın ilk Başbakanı olan Kaçaznuni'nin dediği gibi,sizlerin de bir süre sonra "Aklımız dumanlandı", "Boş sözlere,hayallere kapıldık" demeniz bile, alnınıza sürülmüş olacak olan "Vatanına ve Tarihine İhanet" lekesinden kurtulmanıza yetmeyecektir.
SON SÖZ:
"Dumanlanan aklınızın"
başınıza gelmesini diler, ille de bir imza kampanyası yürütelim
derseniz, kampanyanızın konusunu "AMERİKAN HÜKÜMETİ, IRAK VE AFGANİSTAN HALKINDAN ÖZÜR DİLESİN!"
olarak belirleyin ki hep beraber imzalayalım kardeşçe,başımız dik ve onurla!

20 Ekim 2008 Pazartesi

Limitsiz secret üye profili

Limitsiz secret üye profili

6 Ekim 2008 Pazartesi

ZEKAMIZ GERİLİYOR

İsveçli araştırmacılar, düşünmeye gerek bırakmayan basit hayat tarzının yükselmesiyle birlikte insanoğlunun ortalama zekasının ve IQ seviyesi giderek düştüğünü bildirdi.
İsveç basını, ülkenin tanınmış profesörlerinden James R. Flynn'ın "İnsanlık olarak gittikçe ahmaklaşıyoruz ve zekamız geriliyor. Araştırmalara göre IQ'muz sürekli düşüyor" sözlerini gündeme taşıdı. James R. Flynn, zeka üzerine önemli çalışmalarıyla tanınıyor ve 'What is Intelligence?' (Zeka Nedir?) isimli bir kitabı bulunuyor.
Zekası belli bir seviyenin üzerindekilerin kurduğu uluslararası organizasyon MENSA'ya üye bir başka İsveçli de Flynn'in sözlerine destek veriyor.
Üniversiteden yeni mezun olan dizayn mühendisi Etienne Forsström (24) İsveç'in 'süper zekası' olarak tanınıyor. Forsström son zamanlarda eline geçen raporların düşünme kabiliyeti noktasında azalma yaşandığını gösterdiğini belirtti.
1990'ların ortasından 2000'li yıllarının başına kadarki dönemde insanların IQ seviyelerinin 40 yıl önce yaşayanlardan 15 puan daha fazla arttığını belirten araştırmacılar, bu dönemden sonra ani bir düşüşün yaşandığını ve halen de devam ettiğini kaydediyor. Bilimadamları, dünyadaki eğitim sisteminin gelişmesiyle birlikte, insanların IQ seviyesinin arttığını, 2000'lerde zirveye ulaştığını ve o yüzden bir tıkanmanın yaşanabileceğine dikkat çekiyor.Forsström, gerilemenin nedenlerini şu şekilde sıralıyor:
  1. İnsanların midesi çöplüğe döndü, gereksiz gıdalar yüzünden yeterli besin alamıyorlar.
  2. Etraftaki her şey çok basitleşti. Bilgisayar ve cep telefonu gibi araçlarla sadece bir düğmeye basarak işlerimizi halleder olduk. Artık düşünmemize bile gerek kalmadı.
  3. Mesafelerin ne kadar uzaklıkta olduğunu düşünmemize gerek kalmadı, otobüslerde her durakta ne kadar mesafe kaldığını gösteren saatler ve tablolar var.
  4. Beynimize idman yaptırmıyoruz. Belki de buyüzden solakların IQ'su biraz daha yüksektir; çünkü onlar olaylara tersten bakmak ve düşünmek zorundalar."

2030 DA DÜNYA NASIL OLACAK?

24 yıl sonra dünya neye benzeyecek? Dünyanın en önemli gelecek bilimcilerinin (futurolog) oluşturduğu Dünya Futurolog Birliği bu sorunun yanıtını verdi. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere göre 2030’da dünyada şunlar olacak:
  1. Dünya nüfusu 8.2 milyara ulaşacak.
  2. Kişi başına düşen gelir ortalaması 6 bin dolardan 11 bin 500 dolara yükselecek.
  3. Dünya politikası, ülkelerin İslam’a bakışı üzerine şekillenecek. -Türkiye’nin AB’ye katılımıyla birlikte Avrupa Birliği içerisinde de İslam’ın etkisi daha fazla hissedilmeye başlanacak.
  4. İşleyişten rahatsız olan İngiltere ve yanına çekeceği bazı ülkeler AB’den çıkacak. -İnsanoğlu ilk kez Mars’a ayak basacak.
  5. Süper bilgisayarlar avuç içine sığacak. Kıyafetlerden gözlüklere kadar her üründe bilgisayar bulunacak.
  6. Nano teknolojiyle beynimiz bilgisayarla iletişim kuracak.
  7. Yıpranan organlar yine nano teknolojinin nimetleri sayesinde kendi kendine yenilenecek.
  8. Genetik ve kök hücre gelişmeleriyle insan ömrü uzayacak. Aynı şirket içinde 4 jenerasyondan insanlar birlikte çalışacak.
  9. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, buzdolabı hayatımızdaki yerini koruyacak... Ancak manuel kontroller yerine ya kendi kendilerine ya da sesle kumanda edilecek.
















1900-2000 YILLARI ARASI İCATLAR

1900: Kont Von Zepplin 'ZEPPLİN'i icat etti
1901: King Camp Gillette 'Jilet'i icat etti.Patentini aldı.1903 te 168 adet bir sene sonra ise 12.500.000 adet sattı.
1902: Elektrik Süpürgesi icat edildi.
1904: İlk kol saati icat edildi.
1905: E=m.c²
1906: Amerikalı Coolidge Tungsten 'AMPUL'u buldu.
1908: Henry Fort 15 beygirlik 4 silindirli ilk motorlu arabayı geliştirdi.
1913: Alman Hans Geiger 'RADYASYON ÖLÇÜM' aletini icat etti.
1914: Elektrikli Bulaşık Makinesi kullanılmaya başlandı.
1915: Astronom P.Lowell 'PLÜTON' gezegenini keşfetti.1930 da teleskopla görüldü.
1917: Renkli sinema filmi yapıldı. Radyo icat edildi.
1920: Torbo motor geliştirildi.
1921: İnsülin bulundu.
1923: İngilizler ilk uçak gemisini yaptılar.
1924: Fransız Ramon 'DİFTERİ' aşısını buldu.
1925: Amerikalı Armstrong FM yayını yapmayı başardı.
1926: Heisenberg, Atom çekirdeğinin yapısını ortaya çıkardı
1927: Londra ile New York arasında telefon hattı kuruldu.
1929: Siemens telefonun görünümünü değiştirdi.
1930: ABD'de dondurulmuş gıda piyasaya çıktı.
1931: Yapay zekanın ilk adımları atıldı.
1932: Elektronik mikroskop geliştirildi.
1934: Otomatik çamaşır malinası ABD'de yapıldı.
1935: Gallup, kamuoyu araştırma enstitüsü kurdu.
1936: ABD'li Kendall, kortizonu buldu.
1938: İlk naylon ürün ABD'de tanıtıldı:Diş fırçası.
1939: ABD'li PH.Levine, kandaki RH faktörünü saptadı.
1940: Alman'lar Havadan denize fırlatılan füze yaptı. Plütonyum bulundu.
1941: Uçaktan fırlatılan koltuk yapıldı.
1942: Napalm icat edildi.
1943: Sovyet'ler molotof kokteyli yaptı.
1944: Sovyetler MR'yi keşfetti.ABD'li McLeaod ve McCarthy DNA'yı keşfetti.antibiyotik keşfetildi.
1947: Mikrodalga fırın yapıldı.Plastik lens yapıldı.İngiliz Holmes,kurşun izotoplarıyla dünyanın yaşını hesapladı.
1949: 45'lik plak ABD'de piyasaya çıktı.
1950: İlk kredi kartı çıkarıldı.İlk böbre nakli ABD'de yapıldı.
1951: Transistör yapıldı.ABD'de renkli tv yayını yapıldı.
1952: ABD'de halka ilkkez sinemada film gösterildi.Fransız'lar ilk kez uçakla ses duvarını aştı.
1954: İlk transistörlü radyo alıcısı yapıldı.Doğum kontrol hapı geliştirildi.
1955: Amerikalı Leskell, EKG'yi icat etti.
1956: Kromozon sayısı saptandı.
1957:Fransa'da ilk ilik nakli yapıldı. İlk Boeing uçağı deneme için havalandı.
1958: İlk renkli Video-Kamera geliştirildi.
1960: Laser yapıldı.
1963: Hollanda'lılar ilk müzük kasetini yaptılar.
1964: Esnek lens icat edildi.
1966: İngilizler ilk Hovercraft'ı denediler.
1967: İlk kalp nakli ameliyatı yapıldı.
1968: Boeing uçağı 1000 km/s hızla uçuşunu yaptı.
1969: Ses duvarını aşan Concorde ilk uçuşunu yaptı.
1970: Video-kaset ABD'de piyasaya çıktı.Japonlar küçük hesap makinesini yaptılar.
1971: Hepatit-B aşısı bulundu.
1972: Fiber Kablo ABD'lilerce yapıldı.
1973: Scanner yapıldı. ABD genetik çağını başlattı. ABD'liler ışık hızını tespit ettiler.
1974: Bellek kartı icat edildi.
1975: İnsanın ilk genetik haritası çıkarıldı. İngiliz'ler inekten ineğe cenin nakli yaptı.
1978: Sony firması Walkman'ı üretti. İlk tüp bebek İngiltere'de doğdu.
1979: Karbon-14 yöntemi geliştirildi. Philips ve Sony, CD geliştirdi.
1980: ABD'de ilk genetik tedavi denemesi gönüllüler üzerinde yapıldı.
1983: AIDS ortaya çıktı.
1984: RU486 adlı hamileliği önleyici hap geliştirildi. Bilgisayarlarda 'MOUSE' kullanımı yaygınlaştı.
1986: Döllenmiş yumurtaya çekirdek nakliyle koyun kopyalandı.
1988: Viagra yasallaştı.
1989: Japonlar, damarda dolaşabilen küçür robot yaptı.
1992: İnsandaki 21. kromozomun haritası eksiksiz çıkarıldı.
1994: İnternet salgını dünyaya yayıldı.
1995: Saniyede 100 milyar işlem yapan bilgisayar geliştirildi. 1997: Koyun Dolly dünyaya geldi.

FERHAT ÖZGEN'DEN BASIN AÇIKLAMASI

Basın Açıklaması
2007 / 2008 Eğitim ve öğretim yılı, önce öğrenciler sonra da eğitim işgörenleri açısından sona ermiştir.Var olan sorunlar çözülemediği gibi yeni sorunlar eklenmiş,eğitim iş görenlerinin yıllar süren mücadeleler sonucunda elde etmiş olduğu haklar gasp edilmiştir.Okul öncesinden başlayalım.Okul öncesi eğitimi önemlidir ve zorunlu olmalıdır.Gelişimin % 70’i , 0 – 6 yaş dönemindedir.İsveç, Fransa gibi ülkelerde okul öncesi eğitim % 100 ‘lere ulaşmışken, Fas’da % 34, Ürdün’de % 27, Türkiye’de ise bu oran % 25’te kalmıştır İlköğretime bakıldığında, MEBin yıllardır OKS’de sıfır çeken adaylar nedeniyle eleştirildiğini biliyoruz.Bu yıl,söz konusu eleştirilerden kurtulmak amacıyla soruların kolaylaştırılması yoluna gidilmiştir.Sonuç; 100 net yapan aday sayısı yüzden daha fazla. 99,98,97,96 net yapan aday sayısı binlerle ifade ediliyor.Geçen yıl 93 netle Galatasaray Lisesi’ne, 91 netle Atatürk Fen Lisesi’ne girilebilirken bu yıl çok sayıda kişi hüsrana uğrayabilir.Tam bir yerleştirme kaosu yaşanacak.Ortaöğretimde de durum hiç iç açıcı değil.Okulların kapanacağı son hafta sınıf geçme yönetmeliğinin değiştirildiği bir başka ülke bulamazsınız.Bir yıl süren eğitim sonucunda başarılı olamayan öğrenciler, hiç hazırlanmadan ortalama yükseltme sınavlarına alınmıştır.ÖSS’de sadece 9 dersten soru soruluyor. Meslek liselerinde yüze yakın branşta eğitim yapılıyor.Lise ve dengi okullarda okutulan ders sayısı neredeyse binin üzerinde.Durum böyle iken katsayı kaldırılıp yerine kim ne kadar net yaparsa o bölüme girme hakkı getirilecek.AKP hükumeti iktidara geldikten sonra ultra zengin sayısı hızla artmış, halkımız yoksullaştırılmıştır.Yalnızca 2007 ‘de yıllık geliri milyon doları aşan zengin sayısı sekiz bin kişi artarak 50 bin kişiye ulaşmıştır.Türkiye’de yüksek varlıklı sayısı dünyadan üç kat daha fazladır.Halkımız için AKP’den önce ekmek aslanın ağzında idi.Şimdi ise aslan da aç!AKP iktidarında eğitim sistemimiz sınavlara endeksli bir hale getirilmiş,Cumhuriyet rejiminin “Herkese yeterli eğitim” hedefi terkedilmiş,eğitim, parası olanın satın aldığı bir mal , öğrenci de müşteri durumuna getirilmiştir.Özel okul ve dershanelerin sayısı hızla artmış, düz lise mezunlarının ÖSS başarıları azalmış, öğrenci sayısı artmasına karşın, okul ve öğretmen sayısı aynı oranda artmamıştır.150 bin öğretmen atama beklerken 60 kişilik sınıflarda ders işlenmektedir.Ders kitaplarında “ Ilımlı İslam” modeli dayatılmakta ve bunun sonucunda okullar tarikat yuvalarına dönüştürülmeye çalışılmaktadır.Eğitim sistemimiz ne yazık ki çökme noktasına gelmiştir.Eğitim iş olarak eğitimin sorunlarını çok iyi biliyoruz ve eğitim sistemimizin acil olarak bilimsel, çağdaş, laik ve demokratik bir reforma gereksinimi olduğunun altını çiziyoruz..Bütün eğitim iş görenlerine , öğrencilerimize ve velilerimize gönüllerince bir tatil geçirmelerini dileriz
Ferhat Özgen
Yalova Eğitim İş İl Temsilcisi
Muhabir:YHA
Eklenme Tarihi:01.07.2008 11:55:50


Bu haber 127 defa okundu.

17 Eylül 2008 Çarşamba

HALK BÖYLE İSTİYOR

HALK BÖYLE İSTİYOR
Sevgili oğlum,
Bugün tam on yedi yaşındasın.
Görüyorum ki artık,
Her şeyin farkındasın.
Ama ne zaman ararsam seni,
Ya diskoda,
Ya barda,
Ya da televizyon karşısındasın.

Haklısın oğlum!
Devir artık bu devir,
Sen de çemberini çağına göre çevir.
Senin neyine
Resim roman şiir.
Senin neyine
Sanat ve şair.
Ne diyor meşhur televizyon büyükleri;
Vur patlasın çal oynasın.
Devir artık bu devir
Nasılsa.

Son düğmesi de koptu insanlığın.
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda,
Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından,
Onur, adres arıyor mezarlıklarda,
Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz.
Ve anahtar teslimi aşklar
satılık köşe başlarında
Hem de üç kuruş mutluluklara. ..

Ama sen de haklısın!
Sana mı kaldı
Kurtarmak vatanı?
Sana mı kaldı
Uyandırmak yatanı?
Sana mı kaldı
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı?
Anasını ağlatanı....

Gel gör ki oğlum,
senin de kurtuluşun yok bu gidişten.
Ne etsen- ne yapsan
Bir düğün,
Bir bayram,
Bir lâle devri…

Hangi ekrana baksan,
Kim kiminle evleniyor,
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
Gelinim olur musun? Diyor,
Kimisi sahte gelin,
Kimisi zengin bir prens,
Kimisi de
insanlıktan bir yudum bir nefes,
Bekliyor da bekliyor…

Bak her gün ayrı bir kanalda
Bambaşka bir 'ünlüler çiftliği'
Her kanalda
şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği.
Ve işte böyle pazara dökülüyor bir bir,
Herkesin yumak yumak ipliği.
Yıllar var ki oğlum birileri işte
Bizi hep böyle gözetliyor...

Ve sen de görüyorsun ki;
Bu sahneler
Bizi ne de güzel özetliyor.
Kimin umurunda yarınlar,
Kimin umurunda çocuklar,
Kimin umurunda
bu isyankar çığlıklar.
Bir kavgadır,Bir yarıştır,
Bir rezalettir gidiyor.

Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır;
Halk böyle istiyor oğlum,
Halk böyle istiyor.
Gel gör ki,
Bir reyting uğruna
Ne 'güneşler batıyor' oğlum
Ne güneşler batıyor....

İNDİGO ÇOCUKLARI VE ZAMANE ÇOCUKLARI

İndigo çocuk kavramı, hiçbir bilimsel temele dayanmayan ve batıda yaşayan medyumlar tarafından gündeme getirilen bir kavramdır.
1982 yılında ilk defa indigo çocuklarından bahseden ve onları tanımlayan ilk kişi Nancy Ann Tappe’dir. Nancy Ann Tappe’e göre; İndigo çocuklar, olağan üstü davranışlar gösteren ve kendilerinden önceki nesillere göre daha üstün ve farklı nitelikler taşıyan ve 1980 li yıllarda dünyaya gelen çocuklardır. Daha sonra Lee Carroll, bir melekten vahiy aldığını ve bu meleğin kendisine indigo adında özel misyona sahip çocuklar hakkında bilgiler verdiğini iddia eder. Bu iddialara göre indigo çocukların özellikleri şu şekilde açıklanmıştır:
1-Çok erken veya çok geç konuşurlar.

2-Genellikle de hiper aktif olurlar.
3-Yetişkin tavırlar sergiler ve bireyselliklerinin farkındadırlar.
4-Oldukça ukala davranışlarda bulunurlar.
5-Çoğu kez sorunlu ve başa çıkılması zor çocuklardır.
6-Asalet duygusuyla dünyaya gelirler. Birer erişkin asil gibi davranırlar.
7-Sabırsızlardır.
8-Yüksek duyarlılığa sahiptirler.
9-Savaşçı bir ruha sahiptirler.
10-Öfkeli ruh yapısına, ciddi ve ağır bakışlara sahiptirler.
11-Kendi yaşıtlarıyla anlaşamazlar. Onlarla aynı etkinlikte bulunmak istemezler.
12-Kendi aralarında çok iyi anlaşırlar ve uyum içinde hareket ederler.
13-Diğer çocuklara oranla daha keskin bir zekaya sahiptirler.
14-Öğretmenlerinden daha ileri oldukları için derslerde sıkılırlar ve dinlemiyormuş gibi gözükürler.
15-Duygularını rahatlıkla dile getirebilirler. Çekinmeden karşısındakinin hatasını yüzüne söyleyebilirler.
16-Yönetilmekten ve baskı altında tutulmaktan hoşlanmazlar.
17-Çevrelerinde “arsız çocuk” diye nitelendirilirler.
18-Kendilerini sosyal izolasyona uğramış hissederler.
19-Çabuk kandırılamazlar.
Batılı medyumlara göre indigo çocukları yetişkinlik çağlarında, insanlık için çok önemli düşünceler öne sürebilir ve büyük kararlar verebilirler. Şöyle ki;
1-Dünyada baş gösteren
-küresel ısınma
-ekolojik tahribat
-iklim değişimleri
-tükenme noktasına gelen kaynaklar gibi ciddi sorunların çözümünü arayacak
2-insanlık tarihi ile başlayan savaşların olmaması için gayret gösterecek
3-İnsanlar arası sevgi ve hoş görü bağlarının güçlenmesi için gayret gösterecek birer lider olabilecekler
4-İnsanlar arası ilişkilerin temeline sevgi tohumları ekecekler.
5-İnsanlığa zarar veren düşünce ve sistemlerin faaliyetlerini durdurmaya ve etkilerini azaltmaya çalışacaklar.
6-Gelecekteki yeni dünya düzeninin birer kurucusu olacaklar.
7-Genlerinde mevcut olan gizli güç ve yetenekler zamanla kendiliğinden ortaya çıkacak. Çünkü onlar yer yüzüne özel olarak gönderilmiş görevlilerdir.
İşte batılı böyle diyor. Peki biz Türkler ne diyoruz? “Zamane çocuğu” Daha anlamlı ve gerçekçi bir ifade. Aynı zamanda yukarda sayılan tüm özellikleri de gösteriyorlar. Peki neden mi bu özelliklere sahipler? Sayalım:
1-Zamane çocukları problemli ve hiperaktif çocuklardır; çünkü sürekli evde ve dört duvar arasında yaşıyorlar. Bizler gibi enerjilerini sokakta harcayamıyorlar.
2-Akranları ile anlaşamazlar; çünkü okul çağına kadar ebeveynleri ile iletişim halindeler.
3-Ukala ve çok bilmiş bir halleri, derin bakışları vardır; çünkü yetişkinlerin konuşma biçimi ile jest ve mimiklerini taklit ederler.
4-Gördükleri yanlışları cesurca dile getiriler; çünkü sürekli aşağılanmıyorlar, baskıcı ve şiddete dayalı yöntemler kullanılmıyor.
5-İsteklerini zorla kabul ettirmeye çalışırlar; çünkü her istedikleri anında yerine getirilerek şımartılıyorlar.
6-Kolay kandırılamazlar; çünkü 7-8 kardeş arasında sıkışıp sevgi ve ilgiden mahrum kalmadan büyüyorlar.
7-Duygularını rahatlıkla ifade edebiliyorlar; çünkü kendilerini özgürce ifade etme imkanı tanınıyor.
Sonuç olarak eğer çocukta üstün ve özel bir potansiyel görülüyorsa, doğru biçimde yönlendirilmeli, İndigo çocuğu diye nasıl olsa bir gün yeteneklerinin kendiliğinden ortaya çıkmasını bekleyerek hiçbir önlem almamak büyük bir yanlıştır.
Bazı ebeveynler, hiç yerinde duramayan, koltukların tepelerinden atlayan, hiçbir isteği geri çevrilmeyen son derece şımartılan ve çok sayıda problemle davranış göstererek uyum sorunu yaşayan çocuklarının bu durumlarından oldukça memnunlar ve hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Çünkü onlara göre çocukları indigo çocuğu ya da kristal çocuktur.
ZAMANE ÇOCUKLARINA YAKLAŞIM TARZI NASIL OLMALIDIR?
1-İlerlemeleri için destek olunmalı. Cesaretlendirilmeli.
2-Merak duyguları desteklenmeli.
3-Çocuk muamelesi yapılmamalı. Yetişkin gibi davranılmalı.
4-Fikirlerine saygı duyulmalı.
5-Anlattıkları saçma bile olsa sonuna kadar dinlenmeli.
6-Gerekli kadar sevgi verilmeli ve bu sevgi, davranışlarla desteklenmeli.
7-Emir ve nasihat vermekten kaçınılmalı.
8-Onlara iyi bir model olunmalı.
9-Eğitim süreci desteklenmeli, takip edilmeli.
10-Şiddet uygulanmamalı.
11-Onur kırıcı söz ve davranışlardan kaçınılmalı.
12-Sorunların üstesinden gelebilmeleri için birden çok çözüm yolu sunulmalı.
13-Enerjilerini harcayabilecekleri sosyal etkinliklere yönlendirilmeli.

Kaynak: Genç gelişim dergisi

HAVA , SU , KARA ORTAMLARI ve BARINDIRDIKLARI CANLILAR

Çevremizdeki canlı varlıklar değişik ortamlarda yaşamaktadır. Her canlı belli koşullar taşıyan ortamlarda yaşamını sürdürmektedir. Hava , su ve güneş bütün canlılar için gereklidir.
Bitki ve hayvanların yaşayabilmesi de çevre koşullarına bağlıdır. Deniz , göl ve akarsular olmasaydı balıklar yaşayamazdı. Ormanlar olmasaydı yabani hayvanlar barınamazdı. Güneş olmasaydı yeşil bitkiler kendileri için gerekli besinleri yapamazdı.
Canlılar içinde yaşadıkları ortamın koşullarına uyum gösterirler. Örneğin suda yaşayan hayvanların solungaçları vardır. Bu solungaçlar yardımı ile solunum yaparlar. Karada yaşayan hayvanlar da bulundukları ortama göre uyum sağlarlar. Örneğin ; su kenarlarında yaşayan kurbağalar yeşil renklidir. Hayvanların renkleri ve görünümleri mevsimlere göre de değişiklik gösterir. Örneğin tavşanların tüylerinin rengi kış mevsiminde beyaz , sonbaharda ise kahverengiye dönüşür.
Canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için uygun ortamlar gereklidir. Canlıların yaşama ortamlarında önce temiz hava , su ve toprak olmalıdır. Bunların bulunmadığı ortamlarda canlıların yaşaması ve çoğalması mümkün değildir.
Yeryüzünde canlılar hava , su ve kara ortamlarında yaşarlar. Gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar , bakteriler havada yaşayabilirler . Bazı bitki ve hayvanlarda suda yaşar . Balık , balina , yunus , midye , yengeç , istakoz suda yaşayan hayvanlardandır . Nilüfer , su kamışı , su yosunu , pirinç suda yaşayan bitkilerdir. Aslan , kaplan , koyun , keçi gibi canlılar karada yaşayan hayvanlara örnektir. Meşe , kayın , kavak gibi bitkiler de karada yaşar. Bazı canlılarda hem karada hem de suda yaşarlar. Ördek , fok , penguen , kurbağa bu tür canlılara örnektir.

CANLI VARLIKLARI , CANSIZ VARLIKLARDAN AYIRAN ÖZELLİKLER

Canlı varlıkları cansız varlıklardan ayıran bir takım özellikler vardır. Bunlar :
-Canlı varlıklar doğar , beslenir , büyür , çoğalır ve ölürler . Cansız varlıklarda böyle bir özellik yoktur.
-Canlı varlıklar hareket ederler. Hayvanlar yer değiştirerek hareket eder , bitkiler ise ışığa , suya doğru yönelirler cansız varlıklar hareket edemezler.
-Canlı varlıkların belli bir şekli ve büyüklüğü vardır. Bu şekil ve büyüklük canlı türüne göre çeşitlilik gösterir. Cansızların belli bir şekil ve büyüklüğü yoktur.
-Bütün canlılar soylarının devamı için ürerler. Cansızlarda böyle bir özellik yoktur .

HAVA , SU , KARA ORTAMLARI ve BARINDIRDIKLARI CANLILAR

Çevremizdeki canlı varlıklar değişik ortamlarda yaşamaktadır. Her canlı belli koşullar taşıyan ortamlarda yaşamını sürdürmektedir. Hava , su ve güneş bütün canlılar için gereklidir.
Bitki ve hayvanların yaşayabilmesi de çevre koşullarına bağlıdır. Deniz , göl ve akarsular olmasaydı balıklar yaşayamazdı. Ormanlar olmasaydı yabani hayvanlar barınamazdı. Güneş olmasaydı yeşil bitkiler kendileri için gerekli besinleri yapamazdı.
Canlılar içinde yaşadıkları ortamın koşullarına uyum gösterirler. Örneğin suda yaşayan hayvanların solungaçları vardır. Bu solungaçlar yardımı ile solunum yaparlar. Karada yaşayan hayvanlar da bulundukları ortama göre uyum sağlarlar. Örneğin ; su kenarlarında yaşayan kurbağalar yeşil renklidir. Hayvanların renkleri ve görünümleri mevsimlere göre de değişiklik gösterir. Örneğin tavşanların tüylerinin rengi kış mevsiminde beyaz , sonbaharda ise kahverengiye dönüşür.
Canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için uygun ortamlar gereklidir. Canlıların yaşama ortamlarında önce temiz hava , su ve toprak olmalıdır. Bunların bulunmadığı ortamlarda canlıların yaşaması ve çoğalması mümkün değildir.
Yeryüzünde canlılar hava , su ve kara ortamlarında yaşarlar. Gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar , bakteriler havada yaşayabilirler . Bazı bitki ve hayvanlarda suda yaşar . Balık , balina , yunus , midye , yengeç , istakoz suda yaşayan hayvanlardandır . Nilüfer , su kamışı , su yosunu , pirinç suda yaşayan bitkilerdir. Aslan , kaplan , koyun , keçi gibi canlılar karada yaşayan hayvanlara örnektir. Meşe , kayın , kavak gibi bitkiler de karada yaşar. Bazı canlılarda hem karada hem de suda yaşarlar. Ördek , fok , penguen , kurbağa bu tür canlılara örnektir.

TANIDIĞIMIZ CANLILARDA HANGİ ORTAK ÖZELLİKLER VAR ?

Canlı varlıkların tümünde görülen canlılık özelliklerine canlıların ortak özellikleri denir. Beslenme , büyüme , hareket etme , solunum , boşaltım , çoğalma ve hücrelerden oluşma bütün canlılarda bulunan ortak özelliklerdendir. Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.

CANLILARDA BESLENME :

Besinler , canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereklidir. Bütün canlılar büyüyüp , gelişmek , hareket etmek ve çoğalmak için beslenirler. Bütün bunlar için gereken enerji yenen besinlerden sağlanır.
Bitkiler besinlerini kendileri yaparlar. Suda erimiş olarak bulunan besin maddelerini kökleri ile toplarlar , güneş ışınlarının yardımıyla bunları yapraklarında besine dönüştürürler. Hayvanlar ise hazır besinlerle beslenirler . Hayvanların bir kısmı otla , bir kısmı etle , bir kısmı ise hem ot hem de etle beslenirler . Ot yiyerek beslenen hayvanlara otobur , etle beslenen hayvanlara ise etobur adı verilir.
Sığır , koyun , keçi , tavşan , at , eşek , geyik , fil , zürafa gibi hayvanlar otla beslenir. Kartal , aslan , çakal , kurt , balıkçıl kuşlar gibi hayvanlar ise etle beslenir. Böceklerin bir bölümü , yılan , kaplumbağa , kertenkele , maymun , ayı gibi hayvanlar ise hem ot hem de etle beslenir.
Tavuk , ördek , hindi , güvercin , gibi hayvanlar otla ( bitkilerle ) bazı durumlarda ise böcek ve solucan gibi hayvanları yiyerek ( etle ) beslenebilirler.

CANLILARDA BÜYÜME ve GELİŞME

Bütün canlılar doğar , büyür ve gelişir. Büyüme canlıyı oluşturan hücrelerin sayısının artması olarak tanımlanır. Bu olay beslenme sayesinde olur.
Bitkilerin büyümesi tohumun toprakta çimlenmesi ile başlar. Çimlenen tohumlar bir süre sonra fide haline gelir. Filelerde zaman içinde yetişkin bir bitkiye dönüşür. Hayvanlar doğdukları andan itibaren gelişmeye başlar . Zaman içinde hücre sayıları artar . Hayvanlar gerekli besin maddelerini bulurlarsa daha çabuk büyürler.
Canlılar gelişerek büyüdüklerinde bir süre sonra çoğalma özelliği kazanırlar.


CANLILARDA İRKİLME

İrkilme canlı varlıkların uyarıcılara karşı gösterdiği tepkidir. Örneğin elimize bir toplu iğne batacak olsa elimizi hızla çekeriz. Bu olay bir irkilmedir. Aynı şekilde hayvanlar , ses duyduklarında bir tehlikeye uğramamak için kaçar veya saklanırlar.

CANLILARDA HAREKET

Her canlı besin bulabilmek , düşmanlarından korunmak ve rahat bir yaşam sürmek için hareket eder. Canlı varlıkların yer ve yön değiştirmelerine hareket denir. Bitkiler kökleriyle toprağa bağlı oldukları için yapraklarını , çiçeklerini ve gövdelerini hareket ettirebilir. Bitkilerin yaprakları ve dalları Güneş’e doğru , kökleri ise toprak altında suya doğru yönelir. Hayvanlar yürüyerek , koşarak , sürünerek veya uçarak hareket ederler.

CANLILARDA SOLUNUM

Canlıların hareket edebilmeleri için enerjiye ihtiyaçları vardır. Bu enerji besin maddelerinin vücutta yakılmasıyla oluşur. Canlılar solunum sırasında havadan aldıkları oksijenle hücrelerindeki besinleri yakarak , enerjiye çevirirler. Solunum olayıyla üretilen enerji hareket etmek , çoğalmak ve yaşamak için kullanılır. İnsanlarda solunum organı akciğerlerdir. Balıklar ise solungaçları ile solunum yaparlar. Bitkilerin solunum organı yapraklardır. Bazı hayvanlar ise derileri yardımıyla solunum yaparlar.

CANLILARDA BOŞALTIM

Boşaltım , vücutta oluşan zararlı maddelerin dışarı atılması olayıdır. İnsanların boşaltım organı böbreklerdir. Kanımızda zamanla oluşan vücudumuza zararlı maddeler böbrekler tarafından süzülerek dışarı atılır. Ayrıca derimizde zararlı maddelerin dışarı atılmasında terleme yoluyla yardımcı olur. Kandaki zararlı maddeler dışkı yoluyla vücut dışına atılır. Bitkiler yaprakları sayesinde zararlı maddeleri atarlar.

CANLILARDA ÇOĞALMA

Büyüyüp gelişen canlılar belirli bir olgunluğa erişince , kendilerine benzeyen yavrular meydana getirirler. Bu olaya üreme denir. Canlılar üreme yoluyla soylarını devam ettirirler. Hayvanlar yumurtlayarak veya doğurarak çoğalır. Bazı bitkiler ise tohumla çoğalırlar.



HAVA , SU , KARA ORTAMLARI ve BARINDIRDIKLARI CANLILAR

Çevremizdeki canlı varlıklar değişik ortamlarda yaşamaktadır. Her canlı belli koşullar taşıyan ortamlarda yaşamını sürdürmektedir. Hava , su ve güneş bütün canlılar için gereklidir.
Bitki ve hayvanların yaşayabilmesi de çevre koşullarına bağlıdır. Deniz , göl ve akarsular olmasaydı balıklar yaşayamazdı. Ormanlar olmasaydı yabani hayvanlar barınamazdı. Güneş olmasaydı yeşil bitkiler kendileri için gerekli besinleri yapamazdı.
Canlılar içinde yaşadıkları ortamın koşullarına uyum gösterirler. Örneğin suda yaşayan hayvanların solungaçları vardır. Bu solungaçlar yardımı ile solunum yaparlar. Karada yaşayan hayvanlar da bulundukları ortama göre uyum sağlarlar. Örneğin ; su kenarlarında yaşayan kurbağalar yeşil renklidir. Hayvanların renkleri ve görünümleri mevsimlere göre de değişiklik gösterir. Örneğin tavşanların tüylerinin rengi kış mevsiminde beyaz , sonbaharda ise kahverengiye dönüşür.
Canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için uygun ortamlar gereklidir. Canlıların yaşama ortamlarında önce temiz hava , su ve toprak olmalıdır. Bunların bulunmadığı ortamlarda canlıların yaşaması ve çoğalması mümkün değildir.
Yeryüzünde canlılar hava , su ve kara ortamlarında yaşarlar. Gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar , bakteriler havada yaşayabilirler . Bazı bitki ve hayvanlarda suda yaşar . Balık , balina , yunus , midye , yengeç , istakoz suda yaşayan hayvanlardandır . Nilüfer , su kamışı , su yosunu , pirinç suda yaşayan bitkilerdir. Aslan , kaplan , koyun , keçi gibi canlılar karada yaşayan hayvanlara örnektir. Meşe , kayın , kavak gibi bitkiler de karada yaşar. Bazı canlılarda hem karada hem de suda yaşarlar. Ördek , fok , penguen , kurbağa bu tür canlılara örnektir.

CANLI VARLIKLARI , CANSIZ VARLIKLARDAN AYIRAN ÖZELLİKLER

Canlı varlıkları cansız varlıklardan ayıran bir takım özellikler vardır. Bunlar :
-Canlı varlıklar doğar , beslenir , büyür , çoğalır ve ölürler . Cansız varlıklarda böyle bir özellik yoktur.
-Canlı varlıklar hareket ederler. Hayvanlar yer değiştirerek hareket eder , bitkiler ise ışığa , suya doğru yönelirler cansız varlıklar hareket edemezler.
-Canlı varlıkların belli bir şekli ve büyüklüğü vardır. Bu şekil ve büyüklük canlı türüne göre çeşitlilik gösterir. Cansızların belli bir şekil ve büyüklüğü yoktur.
-Bütün canlılar soylarının devamı için ürerler. Cansızlarda böyle bir özellik yoktur .

HAVA , SU , KARA ORTAMLARI ve BARINDIRDIKLARI CANLILAR

Çevremizdeki canlı varlıklar değişik ortamlarda yaşamaktadır. Her canlı belli koşullar taşıyan ortamlarda yaşamını sürdürmektedir. Hava , su ve güneş bütün canlılar için gereklidir.
Bitki ve hayvanların yaşayabilmesi de çevre koşullarına bağlıdır. Deniz , göl ve akarsular olmasaydı balıklar yaşayamazdı. Ormanlar olmasaydı yabani hayvanlar barınamazdı. Güneş olmasaydı yeşil bitkiler kendileri için gerekli besinleri yapamazdı.
Canlılar içinde yaşadıkları ortamın koşullarına uyum gösterirler. Örneğin suda yaşayan hayvanların solungaçları vardır. Bu solungaçlar yardımı ile solunum yaparlar. Karada yaşayan hayvanlar da bulundukları ortama göre uyum sağlarlar. Örneğin ; su kenarlarında yaşayan kurbağalar yeşil renklidir. Hayvanların renkleri ve görünümleri mevsimlere göre de değişiklik gösterir. Örneğin tavşanların tüylerinin rengi kış mevsiminde beyaz , sonbaharda ise kahverengiye dönüşür.
Canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için uygun ortamlar gereklidir. Canlıların yaşama ortamlarında önce temiz hava , su ve toprak olmalıdır. Bunların bulunmadığı ortamlarda canlıların yaşaması ve çoğalması mümkün değildir.
Yeryüzünde canlılar hava , su ve kara ortamlarında yaşarlar. Gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar , bakteriler havada yaşayabilirler . Bazı bitki ve hayvanlarda suda yaşar . Balık , balina , yunus , midye , yengeç , istakoz suda yaşayan hayvanlardandır . Nilüfer , su kamışı , su yosunu , pirinç suda yaşayan bitkilerdir. Aslan , kaplan , koyun , keçi gibi canlılar karada yaşayan hayvanlara örnektir. Meşe , kayın , kavak gibi bitkiler de karada yaşar. Bazı canlılarda hem karada hem de suda yaşarlar. Ördek , fok , penguen , kurbağa bu tür canlılara örnektir.

TANIDIĞIMIZ CANLILARDA HANGİ ORTAK ÖZELLİKLER VAR ?

Canlı varlıkların tümünde görülen canlılık özelliklerine canlıların ortak özellikleri denir. Beslenme , büyüme , hareket etme , solunum , boşaltım , çoğalma ve hücrelerden oluşma bütün canlılarda bulunan ortak özelliklerdendir. Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.

CANLILARDA BESLENME :

Besinler , canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereklidir. Bütün canlılar büyüyüp , gelişmek , hareket etmek ve çoğalmak için beslenirler. Bütün bunlar için gereken enerji yenen besinlerden sağlanır.
Bitkiler besinlerini kendileri yaparlar. Suda erimiş olarak bulunan besin maddelerini kökleri ile toplarlar , güneş ışınlarının yardımıyla bunları yapraklarında besine dönüştürürler. Hayvanlar ise hazır besinlerle beslenirler . Hayvanların bir kısmı otla , bir kısmı etle , bir kısmı ise hem ot hem de etle beslenirler . Ot yiyerek beslenen hayvanlara otobur , etle beslenen hayvanlara ise etobur adı verilir.
Sığır , koyun , keçi , tavşan , at , eşek , geyik , fil , zürafa gibi hayvanlar otla beslenir. Kartal , aslan , çakal , kurt , balıkçıl kuşlar gibi hayvanlar ise etle beslenir. Böceklerin bir bölümü , yılan , kaplumbağa , kertenkele , maymun , ayı gibi hayvanlar ise hem ot hem de etle beslenir.
Tavuk , ördek , hindi , güvercin , gibi hayvanlar otla ( bitkilerle ) bazı durumlarda ise böcek ve solucan gibi hayvanları yiyerek ( etle ) beslenebilirler.

CANLILARDA BÜYÜME ve GELİŞME

Bütün canlılar doğar , büyür ve gelişir. Büyüme canlıyı oluşturan hücrelerin sayısının artması olarak tanımlanır. Bu olay beslenme sayesinde olur.
Bitkilerin büyümesi tohumun toprakta çimlenmesi ile başlar. Çimlenen tohumlar bir süre sonra fide haline gelir. Filelerde zaman içinde yetişkin bir bitkiye dönüşür. Hayvanlar doğdukları andan itibaren gelişmeye başlar . Zaman içinde hücre sayıları artar . Hayvanlar gerekli besin maddelerini bulurlarsa daha çabuk büyürler.
Canlılar gelişerek büyüdüklerinde bir süre sonra çoğalma özelliği kazanırlar.


CANLILARDA İRKİLME

İrkilme canlı varlıkların uyarıcılara karşı gösterdiği tepkidir. Örneğin elimize bir toplu iğne batacak olsa elimizi hızla çekeriz. Bu olay bir irkilmedir. Aynı şekilde hayvanlar , ses duyduklarında bir tehlikeye uğramamak için kaçar veya saklanırlar.

CANLILARDA HAREKET

Her canlı besin bulabilmek , düşmanlarından korunmak ve rahat bir yaşam sürmek için hareket eder. Canlı varlıkların yer ve yön değiştirmelerine hareket denir. Bitkiler kökleriyle toprağa bağlı oldukları için yapraklarını , çiçeklerini ve gövdelerini hareket ettirebilir. Bitkilerin yaprakları ve dalları Güneş’e doğru , kökleri ise toprak altında suya doğru yönelir. Hayvanlar yürüyerek , koşarak , sürünerek veya uçarak hareket ederler.

CANLILARDA SOLUNUM

Canlıların hareket edebilmeleri için enerjiye ihtiyaçları vardır. Bu enerji besin maddelerinin vücutta yakılmasıyla oluşur. Canlılar solunum sırasında havadan aldıkları oksijenle hücrelerindeki besinleri yakarak , enerjiye çevirirler. Solunum olayıyla üretilen enerji hareket etmek , çoğalmak ve yaşamak için kullanılır. İnsanlarda solunum organı akciğerlerdir. Balıklar ise solungaçları ile solunum yaparlar. Bitkilerin solunum organı yapraklardır. Bazı hayvanlar ise derileri yardımıyla solunum yaparlar.

CANLILARDA BOŞALTIM

Boşaltım , vücutta oluşan zararlı maddelerin dışarı atılması olayıdır. İnsanların boşaltım organı böbreklerdir. Kanımızda zamanla oluşan vücudumuza zararlı maddeler böbrekler tarafından süzülerek dışarı atılır. Ayrıca derimizde zararlı maddelerin dışarı atılmasında terleme yoluyla yardımcı olur. Kandaki zararlı maddeler dışkı yoluyla vücut dışına atılır. Bitkiler yaprakları sayesinde zararlı maddeleri atarlar.

CANLILARDA ÇOĞALMA

Büyüyüp gelişen canlılar belirli bir olgunluğa erişince , kendilerine benzeyen yavrular meydana getirirler. Bu olaya üreme denir. Canlılar üreme yoluyla soylarını devam ettirirler. Hayvanlar yumurtlayarak veya doğurarak çoğalır. Bazı bitkiler ise tohumla çoğalırlar.



DOĞA ve TOPRAK

Toprak ; üzerinde ve içinde bitkilerin , hayvanların yaşadığı , beslendiği , barındığı doğanın cansız bir parçasıdır. Canlıların ihtiyaç duyduğu besin maddeleri toprakta bulunur. Bitkiler toprakta bulunan maddeleri kullanarak kendi besinlerini yaparlar .
Toprak kayaların ufalanarak , parçalanmasıyla oluşur. İçine bitkisel ve hayvansal atıkların karışmasıyla verimli hale ( tarım yapılabilecek hale ) gelir. Yeryüzünün çeşitli bölgelerinden alınacak topraklar incelenirse bunların birbirinden farklı olduğu görülür. Toprağın içinde kum , kil , kireç ve humus denilen maddeler bulunur. Toprak içinde bulundurduğu bu maddelere göre adlandırılır. Örneğin yapısında bol miktarda kil bulunan toprağa killi toprak , kireç bulunan toprağa da kireçli toprak adı verilir.
Karada yaşayan canlılar için toprağın önemi çok büyüktür. Köyler , şehirler , dağlar , nehirler toprak üzerindedir. Toprakların bir bölümü yerleşim alanı , bir bölümü tarım alanı bir bölümü ise orman ve otlaklarla kaplıdır. İnsanlar kendileri için gerekli besinleri toprakta yetiştirirler. Toprak aynı zamanda bitkiler ve hayvanlar içinde besin kaynağıdır.
Sonuç olarak toprak canlılar için bir yaşam kaynağıdır. Yeryüzünde 5 cm kalınlığında bir toprağın oluşabilmesi için yaklaşık 4.000 – 5.000 yıl geçmesi gerekir. Bu da toprağın ne kadar değerli bir varlık olduğunu gösteriyor. Bu kadar uzun zaman içinde oluşan toprağı korumazsak kısa sürede kirlenir ya da yok olur.

SU YAŞAMDIR

SUYUN CANLILAR İÇİN ÖNEMİ
Yeryüzündeki bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için suya ihtiyaçları vardır. İnsan vücudunun büyük bir bölümünü su oluşturur. Kanımızın yüzde doksanı sudur. Yediğimiz besinler suda eridikten sonra sindirilir. Bitkiler de kendileri için gerekli besinleri kökleri vasıtayla suda erimiş olarak alır. Canlıların kullandıkları sular yer altı ve yer üstü su kaynaklarından elde edilir. Bu sular baraj yada göllerde biriktirilerek içme suyu olarak kullanılır. Günümüzde kirli atıklar sularımızı kirletmektedir. Bu da canlıları olumsuz yönde etkiler . Birçok hastalığın ortaya çıkmasına neden olur.

SUYUN DOĞADAKİ ÇEVRİMİ
Doğada su ; katı , sıvı ve gaz olmak üzere üç halde bulunur. Yeryüzündeki sular güneş ışınlarının etkisiyle ısınarak buharlaşır ( gaz haline döner ) . Buharlaşan su yükselerek bulutları oluşturur. Bulutlar gaz halinde bulunan sudan başka bir şey değildir. Bulutlar rüzgârın etkisiyle hareket ederken , soğuk bir hava tabakasına rastladıklarında tekrar sıvı hale döner ( yoğunlaşma ) ve yağmur olarak yeryüzüne yağar . Buna suyun yer ile gök arasında dolanımı denir .

SUYUN DOĞADA BULUNUŞ BİÇİMLERİ
Dünyamızı saran hava tabakasındaki su buharının soğuyarak hal değiştirmesi sonucu yağmur , kar , çiğ , kırağı denilen yağış biçimleri ortaya çıkar. Şimdi bunları teker teker inceleyelim.

YAĞMUR : Bulutları oluşturan su buharının soğuyarak gaz halinden , sıvı hale geçmesi sonucu yağmur damlacıkları oluşur .
KAR : Havanın soğuk olduğu günlerde su damlacıklarının katı duruma geçerek erimeden yere düşmesi olayına kar yağışı adı verilir.
DOLU : Yağmur damlalarının kuvvetli esen rüzgârla , daha soğuk hava tabakalarına itilerek donması olayına dolu adı verilir. Dolu taneleri kar tanelerine göre daha büyük ve daha serttir. Bunun sebebi yağmur taneciklerinin hızlı bir şekilde katı hale dönüşmesidir.
ÇİĞ : Havadaki su buharının gecenin serinliği ile bitkiler üzerinde sıvı hale geçmesi olayına ( yoğunlaşmasına ) çiğ adı verilir.
KIRAĞI : Çiğ taneciklerinin soğuk gecelerde donarak , yeryüzünde ince bir kar tabakası oluşturmasına kırağı denir.




SUYUN DOĞADA BULUNDUĞU ORTAMLAR

Dünyadaki sular yeryüzü ve yer altı suları olmak üzere ikiye ayrılır. Denizler , göller , nehirler , dereler ve benzerleri yeryüzü sularını meydana getirirler. Kaynaklar , artezyenler kaplıcalar ise yer altı sularını oluştururlar . Şimdi bunlar hakkında bilgiler edinelim

YERALTI SULARI :
Yer kabuğunu oluşturan toprak ve kayaların yapısı birbirinden farklıdır. Yerkabuğunun bazı bölümleri suyu geçiren bazı bölümleri ise geçirmeyen yapıdadır. Yağmur suları suyu geçiren tabakalardan geçerek yerin derinliklere kadar iner. Bu su , suyu geçirmeyen bir tabaka ile karşılaşırsa orada birikmeye başlar. Böylece yer altı su yatakları oluşur. Bu su yataklarının bulunduğu bölgelere kuyular açılarak , yer altında bulunan sular yer yüzüne çıkarılır ve çeşitli amaçlarla kullanılır.

KAYNAK SULARI :
Eğimli arazilerden veya dağ eteklerinden kendiliğinden yer yüzüne çıkan suları kaynak suları adı verilir.

ARTEZYENLER :
Yüksek bölgelere ( dağ ve tepeler ) yağan yağmur ve kar suları , suyu geçirmeyen iki tabaka arasına sıkıştığı zaman orada birikir ve sıkıştıkları bölgeye basınç ( kuvvet ) uygularlar. Bu tip yerlerde açılacak kuyular sayesinde yer altında bulunan sular kendiliğinden yer yüzüne doğru fışkırır. Açılan bu kuyulara artezyen kuyuları adı verilir.
Kullandığımız suların çoğunu yer altı sularından sağlamaktayız. Bu yüzden yer altı su kaynaklarını çok dikkatli kullanmak zorundayız. Bu kaynaklar kirletilmezse uzun yıllar sağlıklı içme suları elde edebiliriz. Yer altı sularının yetersiz olduğu bölgelerde özellikle büyük şehirlerde barajlardan ve göllerden içme suyu elde edilir. Dağlardan ve ormanlardan çıkan kaynak suları da oldukça temizdir. Bu kaynakların uzun yıllar kullanılması için önlemler alınmalı , yer altı ve yer üstü su kaynaklarının bulunduğu bölgeler yerleşime kapatılarak korunması sağlanmalıdır.

CANSIZ DOĞADA NELER VAR?

İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ DOĞA

İçinde yaşadığımız doğa canlı ve cansız varlıklardan oluşur. Bu varlıkların sayısı oldukça çoktur. Doğan , gelişen , büyüyen , kendisine benzer yavrular oluşturan ve ölen varlıklar canlı varlıklardır. İnsanlar hayvanlar ve bitkiler canlı varlıklardır. Doğmayan , büyümeyen , çoğalamayan , bir etki olmadan hareket edemeyen varlıklar ise cansız varlıklardır. Taş , toprak , kağıt , masa , hava , su cansız varlıklara örnektir.
Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için başka canlılara ihtiyaç duyarlar. Hiçbir canlı çevresinden ve diğer canlılardan uzak ve bağımsız yaşayamaz.
HAVASIZ YAŞANMAZ
Canlıların yaşayabilmesi için hava , su ve besin gereklidir. Besin ve su olmadan bir süre yaşanabilir. Hava olmadan bitki , hayvan ve insanların yaşaması imkansızdır. Ay ve diğer gezegenlerde yaşam olmamasının sebebi havanın bulunmamasıdır. Yaşadığımız her yer hava ile kaplıdır. Dünyamızı çevresini saran bu hava tabakasına
“ atmosfer ” adı verilir . Havanın canlılar için ne kadar önemli olduğunu basit bir deneyle anlayabiliriz. Ağzımızı ve burnumuzu kapatarak , soluk almadan durmaya çalışalım . Bir süre sonra zorlanmaya başlarız. Çünkü havasız yaşanmaz. Akarsu , göl ve denizlerde yaşayan canlılar suyun içinde bulunan havayı solurlar ve yaşantılarına devam ederler. Bu da suyun içinde de hava olduğunu gösterir.
Hava yaşamamız için gerekli olan en önemli maddedir. Hava , bitkiler ve hayvanlar içinde aynı derecede önemlidir. Havada oksijen ve azot gazları bulunur. Bu gazların dışında başka gazlar da vardır . Solunum olayı için oksijen ve azot gazları önemlidir. Havada bulunan oksijen gazının solunum için ayrı bir önemi vardır . Canlıların soluduğu havanın temiz olması gerekir. Havanın temizliği içinde bulunan oksijen gazının fazlalığı ile ilgilidir. Temiz hava demek bol oksijen demektir.
Ayrıca günlük yaşantımızda havanın itme ve çekme gücünden yararlanırız. Deniz ve hava taşıtları , yel değirmenleri havanın itme gücüyle çalışır.
HAVA OLAYLARI ( RÜZGAR , FIRTINA , KASIRGA , TAYFUN , HORTUM )
Hava sıcaklığı sürekli olarak değişir. Ilık , sıcak ve soğuk olabilir. Bunun türlü nedenleri vardır . Dünya Güneş’in çevresinde dönerken , güneş ışınları Dünya’mıza bazen dik bazen de eğik olarak gelir. Dik olarak gelen ışınlar yeryüzünü daha fazla ısıtır. Eğik olarak gelen ışınlar ise daha az ısıtır. Yeryüzünün Güneş’ten gelen bu farklı ölçülerde ısı almasından mevsimler oluşur. Hava sıcaklığı gün içinde de değişir. Sabah ve akşam saatlerinde güneş ışınları eğik geldiği için yeryüzü çok ısınmaz. Öğle saatlerinde güneş ışınları dik geldiği için sıcaklık artar.
Hava sıcaklıklarındaki bu değişmeler hava olaylarını oluşturur. Rüzgar , tayfun , fırtına , kasırga ve hortum yaşantımızda karşılaştığımız hava olaylarındandır. Şimdi bu hava olaylarının nasıl oluştuğunu öğrenelim.
RÜZGÂR : Dünyamızı saran hava tabakası ağırlığı nedeniyle yeryüzüne bir kuvvet uygular . Buna kuvvete hava basıncı denir. Isınan hava yükselir. Bu nedenle yeryüzüne yaptığı basınç azalır. Fakat yeryüzünün her yerinde sıcaklık farkı aynı değildir. Hava sıcaklığının düşmesi durumunda ise havanın yeryüzüne yaptığı basınç artar. Bu durumda ısınan hava ile soğuk hava sürekli yer değiştirir. Yani ısınan bölgeler ile soğuk bölgeler arasında sürekli bir hava akımı vardır . Bu hava akımına rüzgâr adı verilir . Hafif esen rüzgara yel denir. Şiddeti fazla değildir. İnsanlar rüzgârlara değişik adlar vermişlerdir. Örneğin ülkemizde değişik yönlerden esen rüzgârlar vardır. Bunlar yıldız , lodos , poyraz , karayel gibi .
FIRTINA : Kimi rüzgârlar çok şiddetli olur. Saatteki hızı 100 – 110 km yi bulan rüzgârlara fırtına adı verilir. Fırtına farklı sıcaklıktaki hava kütlesinin çarpışmasıyla oluşur. Fırtınalar büyük zararlara neden olabilir. Yerleşim alanları ve insanlar zarar görür. Fırtınalar farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Bazı fırtınalar şiddetli yağmur , kar ve dolu getirebilir. Bu durumda fırtınanın zararları daha da artar.
KASIRGA : Kasırga fırtınanın çok şiddetli halidir. Saatteki hızı 300 km yi bulan yağmurlu fırtınalara kasırga adı verilir . Kasırgalar genel olarak büyük can ve mal kaybına neden olur . Kasırgalar geniş alanları etkileyebilir. Amerika kıtasının güney ve orta bölümlerinde görülür. Kasırgalar deniz suyu sıcaklığının 27 dereceden fazla olduğu sıcak denizlerde görülür.
TAYFUN : Büyük Okyanus’un batısında ve Çin Denizinde görülür. Şiddetli kasırga anlamına gelir. Tayfunlar yerleşim bölgelerinde yapıların bir bölümünün yıkılmasına yol açar.
HORTUM : Sıcak ve nemli hava ile soğuk havanın şiddetle yer değiştirmesi sırasında dönen rüzgarlar oluşur . Bu rüzgârlara hortum adı verilir. Hortum genel olarak şiddetli fırtınalar sırasında meydana gelir. Hortumlar ağır cisimleri bile yerden kaldıracak kadar güçlü olabilir. Genellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin Teksas ve Illionis eyaletlerinde görülür.
HAVA OLAYLARININ CANLILARA ETKİSİ
Rüzgar , fırtına , kasırga , tayfun ve hortum gibi hava olayları canlılara üzerinde olumsuz etkiler yapar. Normal şiddette esen rüzgarın olumsuz bir etkisi olmaz . Şiddetli rüzgârlar ise verimli toprakları sürükleyerek erozyona sebep olur. Kayaları aşındırarak , parçalar.
Fırtına , tayfun , kasırga ve hortum gibi hava olayları ise büyük zararlara yol açabilir. Bu hava olayları sonucunda su baskınları , sel felaketi olur. Ekili araziler zarar görür. Binalarda hasarlar meydana gelir. Hava , deniz ve kara ulaşımı durur. Ölümler ve yaralanmalar görülür. Şehrin telefon , elektrik ve su şebekeleri zarar görür.
İnsanlar sıcaklık değişiminden etkilenmemek için mevsimlere göre giyinirler. Hayvanların bazı mevsimlerde derilerinin renginin ve kalınlığının değişmesi , tüy dökmeleri , göç etmeleri ve kış uykusuna yatmalarının sebebi ise bu sıcaklık değişikliklerinden zarar görmemeleri içindir.
HAVA DURUMUNUN GÖZLENMESİ
Hava durumunu inceleyen bilim dalına meteoroloji adı verilir. Hava tahminleri günlük yaşantımız için çok önemlidir. İnsanlar , gelecekteki hava koşullarına göre kendilerini hazırlar. Hava , deniz ve kara ulaşımında hava durumuna göre önlemler alınır. Tarımla uğraşan çiftçiler ürünlerini ekerken , biçerken , ilaçlama yaparken yada ürününü toplarken hava durumu ile ilgili tahminleri göz önüne almak zorundadır.
Meteoroloji uzmanları hava olaylarını gözleyerek , gelecekteki hava olayları hakkında tahminler yaparlar . Günümüzde bu uzmanlar hava tahminleri yapmada çok gelişmiş araçlardan yararlanmaktadır. Bu uzmanlar havanın sıcaklığını , rüzgarın hızını , gökyüzünde hareket halinde olan bulutları gözlemleyerek hava tahmini yaparlar. İnsanlar da bu tahminleri radyo ve televizyon aracılığı ile öğrenerek , günlük yaşantılarını gelecekteki hava durumuna göre ayarlar.

YA GÜNEŞ YÜZ YILDA BİR DOĞSAYDI!

Çok heyecanlıydı o gün. Yerinde duramıyordu. Şirin kasabaları artık dünyaca meşhur olacaktı. Bütün televizyonlar bir aydır kasabalarından bahsediyordu. Bunun sebebi de, televizyonların bugün olacak dedikleri güneş tutulmasının dünyada en iyi kasabalarından gözetlenebilecek olmasıydı. Hava da pırıl pırıldı.
Günler öncesinden hazırlanmış ve en iyi görebileceği yeri seçmişti. Bir camı ise tutmuş ve güneşe bakabilecek hale getirmiş; sonra ona da kanaat etmeyerek, son zamanlarda kasabaya gelen güneşe bakmak için özel yapılmış gözlüklerden almıştı. Bu, yüzyılın görebileceği en harika olayıydı. Zaten kasabanın küçük oteli ve çevre kasabaların otelleri de dolmuş ve bazı aileler yurtdışından gelen yabancı misafirlere misafirperverliklerini gösterme ve onlarla ilgilenme fırsatı da bulmuşlardı. Kasaba son bir haftadır cıvıl cıvıldı. Sanki bu musikiye küçük çocukların yanında hayvanlar da katılmışlardı.
Kuzular meleşiyor; köyün sevimli küçük köpekleri heyecan içinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlardı. Sabah erken kalkmış ve günler öncesinden tespit ettiği yere kendinden önce kimse gelmemesi için gitmeye karar vermişti. Bütün gerekli aletlerini aldı. Hatta amcasından ödünç istediği fotoğraf makinesini de bir yedek film ve birkaç pille yanına almayı unutmadı.
Büyük bir heyecanla yola koyuldu. Daha birkaç adım atmamıştı ki, bütün kasabanın tanıdığı ve evliya veya evliya gibi adam dediği Kemal dedeyle karşılaştı. Kemal dedenin kasabada herhangi bir kimseye bağırmak bir yana, yüksek sesle bile konuştuğunu gören olmamıştı. O herkesin Kemal dedesiydi. Gerek yaşı gerekse tavırlarıyla tam kemâle ermiş bir adamdı.
Nedense Kemal dede sakin görünüyordu. Halbuki birazdan kasabaları belki bir daha göremeyeceği bir şeye şahit olacaktı. Günler öncesinden naklen yayın araçları gelmişti.
Kemal dedeye takılmak için, ‘Sen ilgilenmiyor musun?’ diye sordu. Sonra da anlattı bütün olacakları. Kemal Dede:
­ -Hımm! dedi. Demek bundanmış bütün hareketlilik bunca zamandır. Ve sanki ders verir gibi devam etti:
-Evladım ilgilenmiyor musun? dedin ya. Bu gördüğün Allah tealanın kainata yerleştirdiği bir kanunudur. Aslında ilginçtir de. Ancak ben ondan daha ilgincini kırk yıldır her sabah seyrediyorum.
Sözün burasında şaşırma sırası kendisine gelmişti. Heyecanla ve kekeleyerek sordu:
­ -Neymiş ki o?
­ -Şaşırdın değil mi? dedi Kemal dede. Şaşırmakta haklısın. Sen de diğer insanlar gibisin. Önlerinde kocaman kainatı bütün incelikleri ile göremeyince, ­gerçekten enteresan olsa bile­ bir arının kendindeki mucizeyi görmeyip, peteğe yazdığı Allah lafına takılıyorlar. Ben kırk yıldır her sabah, namazımı kıldıktan sonra, yanıma atıştıracak bir şeyler de alarak karşı tepelere çıkar ve Allah’ın harika bir sanatı olan ‘güneşin doğuşu’nu seyrederim. Bazan sanki bu gafil insanların gafletini atmak için bir gün olsun doğmayayım dercesine bulutların arkasına saklanarak, her gün dünyamızı aydınlatan o muhteşem sanatı seyrederim.
­ Düşün! Şayet Güneş 100 yılda bir doğsaydı. Hayal edebiliyor musun insanlar neler yapardı, onu seyretmek için neler? Günler öncesinden tepelere çıkar, benim her sabah zevkle seyrettiğim o sahneyi görebilmek için birçok tertibat alırlardı. Sadece bununla sınırlı değil insanın gafleti. Bir de şunu düşün.. Erik ağaçları 40 senede bir çiçek açsaydı ve kirazların yeniden meyve vermesi için bir asır gerekseydi. Ne hoş olurdu insanların şu anda ülfet dolayısıyla farkına varmadıkları bu güzelliklere koşmasını seyretmek.
Dersi almıştı. Bugün Allah’ın bir başka sanatını seyrettikten sonra, diğer günlerde farkına varamadığı sanatları daha dikkatli temaşa edecekti.

ÇOCUK GÖZÜYLE ÖLÜM

İlk çocukluk döneminde, ölüm kavramıçocuk için bulanık ve belirsizdir. Bu yaşlardaki çocuklar anne baba konuşmalarından, ölüm haberlerinden ya da ölen hayvanları görerek, bazı sorular sorarlar ve bir anlam çıkarmaya çalışırlar. Ancak pek fazla anlayamazlar ve pek de etkilenmezler.
3-4 yaşlarındaki çocuklar ölümü uzun bir yolculuk veya uzun bir ayrılık olarak algılayabilirler. Fakat, geriye dönüşün olmayacağını bilmezler. Örneğin, bir kuş veya kedi yavrusunun öldüğünü bilirler; "ölmüş" derler. Ancak sonra onu diriltmek için su ve yiyecek vermeye kalkarlar.
5 yaşındaki çocuklar sık sık ölümle ilgili yanıtlanması zor sorular sorarlar. Anne, ölümü uykuya benzetmişse, çocuk, uzun bir uykuyu ölümle eş anlamlı görerek bundan ürker ve uykuya dalmak istemeyebilir. Yine, "toprak altında ne yer, ne içer, nasıl hava alır ve nasıl hareket eder?" gibi sorulara yanıt ararlar. Ayrıca anne ve babasının ölüp ölmeyeceğini sık sık sorarlar. Anne baba ölürse yalnız kalacağı ve kendisine bakan olmayacağı korkusu vardır. Annesinin, "beni üzüyorsun, ben ölürsem annesiz kalacaksın" gibi sözleri çocukta bu korkuyu pekiştirir.
Çocuklar 5-6 yaşlarında hasta ve yaşlılarla ölüm arasında bir ilişki kurmaya çalışırlar. Bu kişilerin yakında ölebilecekleri gibi bir düşünceye sahiptirler. Ancak yine de ölümde geriye dönüşün olmayacağını tam olarak kavrayabilmiş değillerdir.
Çocuklara ölümü izah etmek gerçekten zordur. Depremlerde, kazalarda ölen annelere, babalara, evlatlara "Allah'tan geldi, Allah böyle istedi, Azrail canını aldı," gibi sözler denildiğini duyan çocuk,
Allah ile Azrail'i somutlaştırabilir. Ayrıca Allah ile Azrail'i acımasız olarak düşünen çocuk onlara karşı kızgınlık duyar. Sonra da bu kızgınlığından dolayı kendinden ürker. Çocuklar, bazen ölümü Tanrı'nın verdiği bir ceza olarak görürler. Zaten, çoğu çizgi filmlerde ve film kahramanlarında da durum böyledir. İyiler yaşarlar, kötüler de cezalarını görürler. Çocuklar, ancak ölümde geriye dönüşün olmadığını 8-9 yaşlarında anlarlar ve gerçek olarak kavramaya başlarlar.
Kaynak: Bilinçli Çocuk Yetiştirmek (Psk. Özcan GÖKNAR)
Bir süre öncesine kadar sadece birer "Üniversite öğrencisi adayı" olan, fakat zor bir imtihanın ardından "Üniversiteli" olmaya hak kazanan gençler, okuldan içeri adımlarını attıkları an daha bir çok sınavdan geçeceklerini ve üniversiteyi bitirmenin de en az kazanmak kadar zor olacağını anlamışlardır... Çiçeği burnunda üniversitelilerin kendilerini geliştirebilmeleri ve binbir güçlükle kazandıkları üniversiteyi bitirebilmeleri için neler yapmaları gerekir dersiniz?
Kimler başarılı oluyor?
•İtiraz etmeyi ve itiraz etmekle başkaldırıyı ayırt etmeyi bilen
•Yaşadıklarından ders alarak teorik ve pratiği harmanlayabilen
•Olaylara geniş açıdan bakarken empati sağlayabilen
•Kendine güvenen ve hayata iyi hazırlanabilen
•Kendini geliştirmeye hevesli olan
•Ders dışında da okuyan, kültürlü
•Hedefleri olan ve onları gerçekleştirmek için çabalayan
•Okuluna değer veren ve aktivitelere katılan
•Hocalarıyla ders dışında da fikir alışverişinde bulunan
•İdeolojisini kendine saklayan, fikirlere açık olan
•Güveni aptal cesaretiyle karıştırmayan
•Gündemi takip eden, olaylara farklı yorum getirebilen
•Yeri geldiğinde akıntının tersine gidebilen
•Not tutmanın önemini bilen; fotokopilerle değil, kendi notlarıyla çalışan
•İnsanlarla iyi iletişim kurabilen.
•Verilenlerle yetinmeyip sürekli bilgiyi arayan
•Doğru ile yanlış bilgiyi ayırt eden
•Sosyal yönü güçlü olan, araştırmayı seven
•Bilgisayar kullanabilen,yeniliğe açık
•Yabancı dil bilen, üniversite kütüphanesini kullanan! Kantin sohbetlerine değil, derse girmek için okula giden öğrencilerin daha kolay başarıyı yakaladıkları saptanmış....
Kimler başarısız oluyor?
•Günlük çalışma planı yapmadan güne başlayan,
•Derste not almak yerine akılda tutmaya çalışan,
•Zor ve acil işler yerine, kolay ve önemsiz işlerle ilgilenen,
•Son gece koca bir kitabı ezberleyebileceğine inanan,
•Dağınık ve düzensiz bir ortamda çalışan,
•Ödevlerini yaparken ayrıntılara gereğinden fazla takılan,
•Sorunları çözümlemeyi erteleyen, •Dersleri keyif için sık sık eken,
•Arkadaşlarının eğlence planlarına "Hayır!" demeyi başaramayan, •

Bir işin başlangıç ve bitiş tarihlerini, saatlerini saptayamayan, öğrencilerin başı da genelde karne zamanı ciddi bir biçimde dertte oluyor! Başarıyı yakalamak için… Yalnızca okulda değil, iş hayatında da başarılı olmanız için sahip olmanız gereken en önemli meziyet yaratıcılık. Uzmanlar yaratıcılığın doğuştan kişide bulunan bir özellik olmadığını, sonradan öğrenilebileceğini söylüyorlar. Yaratıcılık aslında bir düşünce biçimi, tek farkı; "farklı" olması!
Peki, yaratıcılığınızı nasıl geliştirirsiniz?
Çevrenizdekilerle iletişim kurun: Değerlerinizi herkesle paylaşın. Sorunlarla karşı karşıya geldiğinizde başkalarıyla paylaşın. Çevrenizdekilerin benzer sorunlara tepkisini gözlemleyin. •Beyin fırtınası yapın: Çok okuyun, çok izleyin. Aynı soruya, başka başka değer yargıları ve kültürlerin vereceği yanıtları bulmaya çalışın. Ders çalışırken bir gününüzü arkadaşlarla yapacağınız tartışmalara ayırın; aynı konu üzerinde birbirinizin fikirlerini alın...
•Fikir ve sorularınızı mutlaka not edin: Fikirler ve sorular bir anda insanın aklına gelir, daha sonra uçup giderler; siz hiç yatağından kalkıp şiir yazan şairler olduğunu duymadınız mı!
•Enerjinizi artırın: Spor yapın, esprili ve neşeli olun. Sorun ne kadar ciddi olursa olsun, alaya almaya çalışın.
•Bulunduğunuz ortamı rahatlatın: Bir fikir üretmek istediğiniz zaman notlardan, afişlerden hatta size konuyla ilgili çağırışım yapabilecek olan resimlerden yararlanın. Uyarıcı müzikler dinleyin.
•Beyninize ve vücudunuza iyi bakın: Sigara, uyuşturucu ve içkinin sinir sisteminiz üzerinde olumsuz etkileri olacağını unutmayın...

Yaratıcılığın 10 düşmanı

•Olayları dar bir sınıra hapsetmek.
•Çabuk yargılama ve sonuca gitme eğilimi, belirsizliğe tahammül edememek.
•Aşırı baskı ile öz disiplini birbirine karıştırmak.
•Aşırı ciddiyet. Hayal gücü, mizah, oyun ya da hobileri küçümsemek.
•Bilimsellik adına sezgiyi küçümsemek.
•Özgüven eksikliği, farklılığı göze alamama, sosyal uyum kaygıları ve korku.
•Tek taraflı uzmanlaşma, iş ya da yaşam biçimi.
•Olayları, kavramları zihinde canlandıramama, dilin yanlış kullanımı.
•Farklılığa tahammül edemeyen bir aile ya da iş ortamı, sosyal ortam.
•Dikkati dağıtan ya da iç karartan fiziksel ortamlar.

Alıntıdır.

31 Ağustos 2008 Pazar

Amerika'da Öğrenci Hakları

Long Island’da bulunan Jean Nuzzi Ortaokulu 109 (Jean Nuzzi Intermediate School 109) matematik öğretmeni Zeki Sekban; öğrencilerin hitabıyla, Mister Zeki; Amerika’daki devlet okullarında öğretmenlik yapan az sayıdaki Türk öğretmenden sadece biri.1500 kişinin öğrenim gördüğü ortaokulda, iki yıldır matematik dersi veren Zeki Sekban, Amerikalı öğrencilerin Öğretmenler Günü’nden pek haberi olmadığını, öğretmenlik mesleğinin Türkiye ile kıyaslandığında çok farklı bir konumu olduğunu anlatıyor. Zeki Sekban’a göre Türkiye’de öğretmene gösterilen saygı ABD’de yok; fakat bilgiye karşı ise büyük bir saygı gösteriliyor. ABD’deki devlet okullarındaki imkanların; Türkiye’de ancak özel okullarda olduğunu ifade eden Sekban, ABD’li öğretmenlerin en büyük sıkıntısının, üst düzeydeki öğrenci hakları olduğunu belirtiyor. 2 artı 2’nin 4 olduğunu bilmeyen bir öğrencinin, sahip olduğu hakları çok iyi bilmesi öğretmenleri zorlayan konuların en başında geliyor. Matematik öğretmeni Zeki Sekban, öğrenciye karşı saygılı olmanın şart olduğunu; hiçbir şekilde öğrenciye fiziki bir müdahalede bulunulamayacağını belirterek; yaşadığı bir hatırasını ise şu şekilde anlatıyor:
- Öğrencilerimi sınav yaptım ve sonuçları sınıfta okudum. Düşük not alan bir öğrencim ‘Bunu yapamazsınız.’ diyerek itiraz edip sınıfı terk etti. Okul müdürü kısa bir süre sonra beni odasına çağırıp;
-Öğrencilere notunu ancak birebir; üçüncü bir kişinin duyamayacağı şekilde söylemen gerekir, diyerek beni uyardı.”
Zaman zaman ailelerin de bu konuda sıkıntı çektiğini anlatan Zeki Sekban’a, geçtiğimiz günlerde Honduras göçmeni bir öğrenci velisi:
- Honduras’ta biz çocuklarımızı terbiye etmek için arada bir hafifçe okşardık. Okulda öğretmenleri, evde bizler hiçbir şekilde çocuklara artık dokunamıyoruz. Bu çocuk bunu bildiği için azdıkça azıyor. Öğretmen bey, söyleyin ne yapmalıyım? Ders çalışmıyor, söz dinlemiyor, diyerek yaşadığı durumu özetlemiş. Öğretmen olarak şiddete tamamen karşı olduğunu; dünyanın hiçbir yerinde ABD’deki öğrenci hakları kadar kuvvetli bir yaptırımın olmadığını; bu durumun zaman zaman öğrencileri idare etme noktasında sıkıntıların yaşanmasına sebep olduğunu belirtiyor.
Türkiye’de her Öğretmenler Günü’nde yapılan ‘pazarda limon satan öğretmen’ haberlerini hatırlattığımız Sekban, ABD’de öğretmenlerin ek işler yaptığını; fakat buna kanunen izin verildiğini söylüyor. Bir öğretmenin ikinci bir iş yapmasının çok normal olduğunu anlatıyor. Zeki Sekban, “Amerika’daki öğretmenlerin de Türkiye’de olduğu gibi bazı avantajları ya da dezavantajları bulunuyor. Birçok öğretmen ikinci bir iş yapıyor. Kimi pizza dağıtır, kimi temizlik işleri yapar. Kendimden örnek vermek gerekirse; öğretmen olmadan önce pizza dağıtıyordum; hâlâ arada bu işi yapıyorum. Bu durumun Türkiye’den farkı ise hiç kimsenin bu durumu garip görmemesi ve herkesin yaptığı işi rahatça söyleyebilmesi. Çalıştığınız pizzacıya okuldan öğretmen arkadaşlarınız çok rahat bir şekilde gelir ve kimse de bu durumu garipsemez. Türkiye’de ise bu durum biraz utanç kaynağıdır. Halbuki bu bir iştir ve Amerikalılar buna bu gözle bakar. Bir öğretmen işinden arta kalan vakitte limon satmaz ama pizza dağıtabilir.’’ diyor.
2006 yılının Mart ayında ilk kez tek başına; derse girdiği günü unutamayan Zeki Sekban, sınıfı idare edemediğini; dersin ilk 20 dakikasında sadece ismini söylemek için uğraştığını anlatıyor. Zeki Sekban:
- İlk iki derse tecrübeli bir öğretmenle girdim; sınıf gayet normaldi. Tek başıma girdiğim devam derslerde ise herkes kendi havasındaydı. Kimse beni dinlemiyordu. Hiçbir öğrencinin umurunda değildim. Sıkıntılı günlerdi. Ders anlatma konusunda bir sorun yoktu; çünkü Türkiye’den tecrübeliydim. Öğrenciyi idare etmek, hele de başka bir kültürle yetişmiş öğrencileri, çok daha zordu. Sınıfı idare etmek için ikinci bir öğretmen bana yardımcı oldu. Bu arada dersleri hiç ihmal etmedim.
Şşeklinde konuşuyor. Bu yılın geçtiğimiz yıla göre çok farklı olduğunu belirten Zeki Sekban; okuldaki ilk günün çok önemli olduğunu; sınıfa ilk girdiği andan itibaren artık idarenin öğretmende olduğunu öğrencilere hissettirdiğini anlatıyor.
Mimar Sinan Üniversitesi Matematik Bölümü mezunu olan Zeki Sekban, ABD’de Öğretmenler Günü’nün mayıs ayında kutlandığını, öğrencilerin Türkiye’de olduğu gibi öğretmene hediye verme gibi bir geleneğin olmadığını söylüyor. Yüz öğrencisinin olduğunu anlatan Zeki Sekban, öğrencilerle arasının çok iyi olduğunu; 10 öğrencisinin bu ilişkiler sayesinde Türkçe öğrenmeye karar verdiğini söylüyor. Öğleden sonra okul programında küçük gruplara verdiği dersin ilk 15 dakikasında 10 öğrenciye Türkçe öğreten, matematik öğretmeni Zeki Sekban’ı, okul koridorunda öğrencileri “merhaba” diyerek karşılıyor.
33 öğrenciden oluşan sınıflarda eğitim yapıldığını, öğrencilere 55 altında not verilmediğini; sınıfta öğrenci bırakmanın zor olduğunu; fakat öğrencilerin sınıfta da kalabildiğini anlatıyor. Mesleğe yeni başlayan bir öğretmenin yıllık 45 bin dolar maaş aldığını, ABD’ye geldiği dönemde öğretmen olmayı düşünmediğini ifade eden Sekban, 1983 yılında Sefaköy Lisesi’nden matematik öğretmeni Haydar Demiryürek’ten ne öğrendiyse Amerikalı öğrencilere aynı yöntemi kullanarak ders anlattığını söylüyor.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

2030 DA DÜNYA NASIL OLACAK?

Dünyanın en önemli gelecek bilimcilerinin (futurolog) oluşturduğu Dünya Futurolog Birliği bu sorunun yanıtını verdi. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere göre 2030’da dünyada şunlar olacak: -1-Dünya nüfusu 8.2 milyara ulaşacak. Kişi başına düşen gelir ortalaması 6 bin dolardan 11 bin 500 dolara yükselecek.
2-Dünya politikası, ülkelerin İslam’a bakışı üzerine şekillenecek. -Türkiye’nin AB’ye katılımıyla birlikte Avrupa Birliği içerisinde de İslam’ın etkisi daha fazla hissedilmeye başlanacak.
3-İşleyişten rahatsız olan İngiltere ve yanına çekeceği bazı ülkeler AB’den çıkacak. -İnsanoğlu ilk kez Mars’a ayak basacak.
4-Süper bilgisayarlar avuç içine sığacak. Kıyafetlerden gözlüklere kadar her üründe bilgisayar bulunacak. -Nanoteknolojiyle beynimiz bilgisayarla iletişim kuracak.
5-Yıpranan organlar yine nanoteknolojinin nimetleri sayesinde kendi kendine yenilenecek.
6 -Genetik ve kök hücre gelişmeleriyle insan ömrü uzayacak. Aynı şirket içinde 4 jenerasyondan insanlar birlikte çalışacak.
7-Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, buzdolabı hayatımızdaki yerini koruyacak... Ancak manuel kontroller yerine ya kendi kendilerine ya da sesle kumanda












12 Ağustos 2008 Salı

NAMUSLULARIN NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMASI YETER

Vaktiyle İsmet Paşa'nın söylemiş olduğu bu sözü başlık olarak almamın sebebi, son yıllarda Türk halkını canından bezdiren yolsuzlukların ortaya çıkması, ülkemizin emperyalistlere peşkeş çekilmesi, halkın devlete, orduya, okullara, öğretmenlere, birbirlerine olan güveninin sarsılması nedeniyle oluşan karamsar psikolojiden kurtulmak ve biraz olumlu düşünerek kendimi avutmaktır.
Türkiye 60 yıllık dönem boyunca iç ve dış örgütlerin ve beyin yıkayan medyanın kışkırtması nedeniyle sürekli ideolojik çatışma içinde yer aldı. Oysa bu ülkeyi emperyalist ülkelere peşkeş çekmemek için atalarımız çok kan akıttılar. Günümüzde, atalarının tüm bu fedakarlıklarını unutan garip yaratıklar fazlasıyla türemeye başladılar. Bu yaratıklar, ülkeleri için çok şeyler yapabilecek, aklı başında proje geliştirecek yüz binlerce insan bulunduğunu bilmiyorlar sanırım.

İyi hoca da var, iyi mühendis de, iyi doktor, namuslu tüccar, namuslu hakim, namuslu vatandaş, iyi öğretmen, çalışkan ve yaratıcı öğrenci de var.
Sağlam, depreme dayanıklı binalar yapan mimarlar da var, rüşvet yemeyen subay ast subay, komplo teorileri hazırlamadan şerefiyle görev yapan generaller ve yüksek rütbeli subaylar da var.
Çevreye duyarlı yere çöp atmayan vatandaş, doğruları yazan, kalemini satmayan binlerce yazar, kitap okuyan binlerce vatandaş, ciddi araştırmalar yapan binlerce bilim adamı ve namusuyla yaşayan kazancıyla yetinen güler yüzlü, yardım sever ve sevecen binlerce vatandaş var.
Güvenilecek binlerce insan da var.

Bunların yanı sıra;

yere tükürüp çöp atan, hak yiyen, saatlerce Tv izleyip göbek kaşıyan, iş beğenmeyen, rüşvet yiyen, kazancıyla yetinmeyip devleti ve vatandaşı soyan, hırsız, yalancı ve dolandırıcılarda çok var.
Zaten böyle olmasa bu çark dönmezdi. Namusluların kıymeti bilinmezdi.
Ülkeyi kurtaracak binlerce vatansever var. Yalnızca iyi niyetli ve namuslu vatan severlerin biraz cesur olup seslerini duyurmaları yeterli.
Azınlığı teşkil eden dürüst ve namuslu insanlar doğru bildiklerini söyleme, insan sevgisini dile getirmek için seslerini yükseltme, beş dakikacık insanlığını ve ölümlü olduğunu hatırlama, beş dakika çevreye olumlu telkinler verme cesaretini gösterseler;
Ortak akıl dillenir,
Tv programları düzelir,
Hırsızlar vatandaşı soyamaz,
Rüşvetçiler rüşvet alamaz,
Yalancılar yalan söyleyemez,
Hafif bir depremde bile insanlar ölmez,
Herkes kazancıyla yetinmesini öğrenir,
Yazarlar doğruları yazarlar, çıkar uğruna kalemlerini satmazlar,
Mimarlar sağlam bina yaparlar,
Ülkeleri uğruna atalarımızın döktükleri kanları unutmazlar,
Yerlere çöp atıp tükürmezler,
Kendi vatandaşlarını sömürerek haklarını yiyemezler,
Laf ile ülkeye düzen getireceğini sanan parti liderlerinin boş konuşmalarını dinleyip alkışlamazlar,
İktidarın bomboş hamlelerine, onları mat edene kadar (tencere dibin kara, seninki benden kara misali) yine boş hamlelerle yanıt veren her an dağılmaya hazır olan muhalefet partilere destek vermezler.
........

21 Haziran 2008 Cumartesi

Kediler Nankör Değil İddiası

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Zootekni Bölümü Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Aksoy, kedilerin halk arasında "nankör hayvan" şeklinde nitelendirilmesinin yanlış bir değerlendirme olduğunu belirterek, "Kediler nankör hayvan değildir" dedi.
Doç. Dr. Aksoy, yaptığı açıklamada, kedilerin diğer evcil hayvanlara göre daha ’özgür ve yabani’ davranışları olduğunu söyledi. Bu durumun bir kedinin köpekle kıyaslandığında sadık olmadığı görüntüsü doğurduğunu ifade eden Aksoy, bu durumun kedinin insanlarla iç içe yaşama serüvenin köpekler kadar geçmişinin olmamasından kaynaklandığını savundu.
Köpeklerin tamamen insana bağımlı bir yaşam tarzını içine sindirerek benimsediğini dile getiren Aksoy, kedilerin ise yaban hayatın getirdiği reflekslerden hala kendini kurtaramadığını anlattı.
Kedilerin doğada rekabet halinde, daha içgüdüsel hareketler sergilediğine dikkat çeken Aksoy, şunları kaydetti: "Kedilerin halk arasında nankör hayvan diye nitelenmesi yanlış bir değerlendirmedir. Kediler nankör hayvan değildir. Köpekler 13 bin yıldır, kediler ise 3 bin yıldır insan hayatına ve ev yaşamına girdikleri için kedilerin ’tam evcil’ olduğunu söyleyemeyiz. Kedi bulduğu besini en kısa sürede tüketir ve bir köpek gibi onu saklama güdüsüyle hareket etmez. Anlık içgüdüleri ile yaptığı hareketlerde, agresif tavır sergilediğinde, bazı kişiler tarafından nankörlükle suçlanır. Kedinin doğasında olan bazı davranışlar gereği yaptığı tavırlar da nankörlük olarak görülemez."
Evcil hayvan satıcıları ise kedilerin balık ve kuş türlerinden sonra en çok tercih edilen evcil hayvanlar arasında yer aldığını belirttiler.

Kedilerin en çok çocuklu aileler tarafından tercih edildiğine dikkat çeken Aktan, "Aileler çocuklara paylaşımı öğrenmeleri ve bazı kıskançlık duygusundan kurtulması için kedi satın alıyorlar. Kediler özellikle çocuk yaş grubuyla en iyi anlaşan ve uysal olan evcil hayvanlar arasında yer alıyor" dedi.

POŞET ÇAYIN ÖYKÜSÜ

Poşet çay bu yıl yüz yaşına giriyor. Times gazetesinin haberine göre "insanlık, bir çok çay tiryakisinin, dünyanın en güzel içeceklerinden birini, boz renkli, tadı bozuk ve zevksiz bir sıvıya çevirdiği için nefret ettiği bu buluşu, tamamen bir yanlış anlamaya borçlu." Nasıl mı? İşte Times'ın satırlarından poşet çayın öyküsü: "Bir çok icat gibi poşet çay da kazara ortaya çıkmış. Bundan yüz yıl önce, New Yorklu kahve tüccarı Thomas Sullivan çay ticaretine girişmiş.Ama işler pek iyi olmadığından biraz tasarruf yapayım diye düşünmüş ve çayını tanıtmak için muhtemel alıcılara yolladığı eşantiyonlardan kısmaya karar vermiş. "Çayı, eski usul bol bulamaç, torbalara doldurup yollamak yerine küçük miktarlarda, minik ipek poşetlere koyarak yollamaya başlamış. Ama alıcılar Sullivan'ın eli sıkılığını yanlış anlamış. Poşetleri kesip içindeki çayı demliğe koymaları gerekirken, poşeti olduğu gibi demliğe atıvermişler. "Sullivan'ın icadı Amerika'da kısa zamanda tutulmuş. Çay tiryakileri kitleler halinde poşet çaya dönmüş. Ve ipek poşet de 1930'da yerini kağıda bırakmış. "Fakat, poşet çayın, Amerika'dan İngiltere'ye gelişi tam 50 yıl gecikmeli. Çünkü İngiliz çay tiryakileri bu Amerikan icadına uzun süre kuşkuyla yaklaşmışlar. Yine de bugün İngiltere'de poşet çaysız bir yaşam düşünmek çok zor. Ülkede bir günde içilen 130 milyon fincan çayın yüzde 96'sı poşet çünkü.

14 Haziran 2008 Cumartesi

Son Nefeste Vurdular...

Tarihe yazılacak bir gün: 20 Haziran 2008 Cuma akşamı saat: 21.45… Tüm Türkiye ekran başında tek vücut olmuşlardı. İzmir sokaklarının cıvıltısı, yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Herkes ekran karşısında nefeslerini tutmuş vaziyette büyük bir heyecan içinde, ülkemizi yarı finale taşıyacak olan karşılaşmayı bekliyordu.
0-0 berabere biten ilk yarının ardından 119. dakikada Rüştü’nün yediği golle 1- 0 mağlup duruma gelen takımımız için dizlerimizi dövüyorduk ki; 121. dakikada bizim 11 cesur yürekli gençlerimizden Semih’in attığı golle maçın skoru değişirken, bizlerde üzüntünün ardından çığlık çığlığa bir sevinç yaşadık. Derken atılan penaltılar, heyecanımızı yeniden doruğa çıkardı.Yani ekran karşısında üç dakikada yoğun duygu değişimleri yaşadık…üzüntü, sevinç ve heyecan. Olamaz böyle bir şey… Sanki bizim takım gençleri o golü atabilmek için gol yemeyi bekler gibiydiler. Tüm Avrupa’yı yine hayretler içerisinde bıraktılar.Ve.. yine son nefeste vurarak Türk’ün gücünü, kazanmak istedikten sonra onlara kimsenin engel olamayacağını tüm dünya bir kez daha göstermiş oldular.

Üstelik bu kez ki rakibimiz Çek takımına göre daha güçlüydü. İngilizleri 2-0 ve 3-2 yenerek yenilmeden 9 puan toplayan 3 ekipten biri, az gol yeyip çok gol atan, adam değil alan savunması yapan, açık futbol oynayan ve tüm dünya devlerinin peşinde olduğu Dodric ve Racitic gibi, tehlikeli ortalar yapan Niko Kranjar, Golcü Olic gibi müthiş oyunculara sahip olan Hırvat Milli Takımı bile Türkün azmi, soğukkanlılığı, kalbindeki iman ve inancı,risk alma eğilimi ve kararlılığı karşısında dayanamadı.

Zaten Çek zaferinden sonra demoralize olan Hırvat takımı Teknik direktörü Biliç, takımın kampında sıkı yönetim ilan etmiş, giriş çıkışları tamamen yasaklamış, futbolcu eş ve çocuklarını Viyana’ya göndermiş, Çek Cumhuriyeti maçının 2-0 dan sonraki bölümünü oyunculara izleterek onlara Türkiye’nin oyun içinde ne gibi değişikliklere uğradığını anlatmış.
Çok da iyi yapmış ama oyuncularına moral ve motivasyonu yeteri kadar vermemiş demekki.
Ama ne olursa olsun, kazanmak hem de ülke olarak kazanıp dünyaya adımızdan söz ettirebilmek gerçekten harika bir duygu.

Şimdi İzmir sokakları yeniden canlandı. Her yer beyaz kırmızı, her yerde milli marşlar çınlıyor, insanların büyük çoğunluğu sokakta bu müthiş başarıyı çılgınlar gibi kutluyorlar. Bu müthiş gürültüyü evlerimizden zevkle dinliyor ve her zamanki gibi Türklüğümüzle sonsuz gurur duyuyoruz. “Yaşasın Türkiye!”……… “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”

Güvenin Hormonu

Sağlıklı bir ilişkinin temelinde güven duygusu yatar. Bilindiği üzere davranışlarımızın ve iç dünyamızın düzenlenmesinde beynin salgıladığı kimyasallar önemli rol oynar. İşte güven duygusunun ortaya çıkmasında da beyin kimyasalları önemli rol oynar. Zürich Üniversitesi'nin bir araştırmasına göre; ihanete uğrasak bile başkalarına güven duymaya devam etme eğilimimizde beyindeki "oksitosin" hormonu devreye girerek, beynin korkuyla ilgili bölgesini baskılıyor.
49 yetişkin erkekle yapılan çalışmada bir gruba burun spreyi aracılığı ile oksitosin verilmiş ve bu grubun, ihanete uğrasa bile karşısındakine güven duymaya devam ettikleri gözlenmiş. Aynı zamanda bu kişilerde başka duyguların işlenmesinden sorumlu beyin bölgesinin ve hatalardan ders almada devreye giren başka bir bölgenin etkinliğinde düşüş görülmüş.

Demekki güven, hatalardan ders alma, affetme gibi içsel dünyamızdaki olaylar beyinde salgılanan oksitosin hormonu ile alakalıdır. Güven duygusunu yitirmiş olan, hatalarından ders almayı bilmeyen insanları suçlamanın yersiz olduğunu böylece öğrenmiş bulunuyoruz.

Hayattan ders almayı bilmeyen bazılarından biraz oksitosin alınarak, hiç bir koşulda hiç kimseye güvenmemeyi ilke edinmiş diğer insanlara verilse toplumsal yaşantımız daha parlak olurdu sanırım.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Türkiye bugün bir Kürt sorununu, hem de Başbakanın ağzından ortaya koyuyorsa, bir yerlerde yanlış yapıldı demektir.
Evet, ülkemizde bir Kürt sorunu vardır, o da Türklerin Kürtleşmesi sorunudur. 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre 11 milyonluk Türkiye’nin 1 milyonu Kürtçe konuşmaktadır. Yani Türkiye’nin %10’u Kürttür. Bu Kürt nüfusun, yarısı Güneydoğu’da oturmaktadır, kalan yarısı ise tüm Türkiye’ye dağılmış durumdadır. Kürtlerin büyük çoğunluğu Güneydoğu’da yaşamaktadır ama Güneydoğu’nun bile %25’i Türktür.
1924 ile 1938 arasında 16 tne Kürt isyanı çıkar. 1930 Ağrı isyanı devleti çok uğraştırır. İsyan bastırılır ama bölgede yeni bir isyan beklenmektedir. 1932 yılından başlanarak Türk devleti bu mesele üzerine eğilir. Başbakan İsmet İnönü, 1935 yılında Doğu gezisine çıkar. Gezide tespit ettiklerini raporlaştırarak Atatürk’e sunar.
Rapor’da bölgede Kürtlerin hızla çoğaldığı, Türk bölgelerin içine girip Türkleri zorla Kürtleştirdiği, Kürt hareketinin bir istila hareketi halini aldığı, bölgede Türk dayanak noktaları yaratılarak, bölgede hızla bir Türkleştirme seçeneğinin uygulanması önerilir.

Bu amaçla iskan kanunu çıkar. Belli ölçülerde sonuç alınır. Nitekim 1965 yılına gelindiğinde toplam nüfus içinde Kürtçe konuşanların oranı %6’ya kadar gerilemiştir.
Fakat 1960’lı yıllarda hızlı sanayileşme ve kentleşme ile birlikte işler yeniden tersine dönmeye başlar. Kürtçülük bir akım olarak ortaya çıkar. Büyük şehirlere ve Batı’ya akan Kürtler hemen hemen tüm bölgelerde Türklerin içinde erimek ve kaynaşmak yerine, Türklerin içinde ayrı adacıklar oluşturmaya, zamanla Türkleri tehdit etmeye ve etkisiz hale getirmeye başlarlar. Vanlılar, Diyarbakırlılır, Muşlular vs. hemşehri dayanışması gibi başlayan örgütlenme, Kürt istilacılığının başlangıcını oluşturur. Bugün tüm Batı kentlerinde, Türk’ün kafasında bir kılıç gibi sallanan Kürt tehdidi işte budur.
Tehdidin çok daha önemli bir boyutu ise kültüreldir. Kürtler, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Türk köylerini kuşatır ve Kürtleştirir. Zayıf Türk köyü dirençsizdir. Bunu bilen Kürtler, zor yoluyla Türk köylerini istila ederler. Devlet ise buna ancak seyirci kalır.
Şehre gelen Kürt önce şehir hayatının çok dışındadır. O varoştaki zavallıdır. Türkler, memur ve işçi iken onlar ancak seyyar satıcıdır. Fakat şehirde kalma hakkı bulan Kürt derhal dayanışma grubunu oluşturur. Aynı şehirliler birbirine sırt çıkar. Böylece kentler, Kürt kabadayıların eline geçer.
İş kabadayılıkla bitmez. Bu kaba güce dayanarak, ticaret sektörüne el atarlar. Türk, işçi ve memur olarak ancak sabit gelire talim ederken Kürt, inşaattan giyime, yemekten finansa tüm ekonomik alanlarda hızla sermaye birikimi yaratır. Böylece şehir Kürtleşmeye başlar.
Kürt istilasında bir üçüncü yol ise Aleviler üzerinden etkileşimdir. Güneydoğu’nun Batıya açılan, Malatya, Erzincan, Sivas, Tokat, Maraş gibi Alevi yoğunluklu şehirlerde Kürtler Aleviler üzerinde hızla tesir ederler. Böylece geçiş bölgesinde de Kürtleşme yaşanır.
Bugün Türkiye’nin hem köyleri, hem şehirleri, hem de geçiş bölgeleri Kürtleştirilmiştir. Böyle bir noktada ortada bir Kürt sorunu, hele hele demokratikleşme sorunu olmadığı açıktır. Sorun, Türk nüfusun baskı altına alınması ve eritilmesidir. O halde çözüm, Türk’ün Türklüğünü koruması olmalıdır.

Bunun için ilk başta yapılması gerekenlerse şunlardır.
1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türk’ten yapmalıdır. Kürde aktarılan para PKK’ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir
2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır.
TV’lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir.
Buna direnmek için:
Türk, Kürt dizisi izlemez. Kürtçe müzik dinlemez. Kürtçe müzik çalan barlara gitmez. Kürtçe konuşulan minibüse binmez. Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz.
3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir.
Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır.
Yıllarca İstanbul’da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk’ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir.
4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir.
Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.
5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır.

7 Haziran 2008 Cumartesi

PROF. ÜSTÜN DÖKMEN’iN ÇOK GÜZEL BİR YORUMU :
"...Çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayı döveriz, "he masa ehhhh, sen niye orada duruyorsun?" diye. Çocuk masa orada durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptığı her hatayı yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur."
Malum... Mesela,
Bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160 Kilometre hız yaptırdılar. İlk virajda sizlere ömür... Kimin üstüne kaldı? Makinistin...
Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı. Askere taş attılar, panzere molotof... Memleket ayağa kalktı. Kimin yüzündenmiş?.. İki velet...
Gelene geçene ayran, tost falan satan, kendi halinde sakin bir kasabaydı, Susurluk... İçişleri Bakanlığı, MİT, Jitem, generaller, özel tim polisleri, kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları... 1000 kişi falan yargılandı. Her şey kimin başının altından çıkmış? Yeşil'in...
Deprem oldu... 7 vilayette 50 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı, on binleri ağır hasarlı. Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup hapse tıktık? Veli Göçer'i...
Edirne'de bebeler şakır şakır öldü... Hiç utanmadan bisküvi kolilerine koyup, gömdüler. "Araştırdık, ihmal yok" dediler. Peki neden öldü bu yavrular? Klima'dan...
Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima. Rakıdan öldük.
O gün ile bu gün arasında ne değişti?..Kapağın rengi... Sanal "sorumlumuz" bile var... Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor. Trafik Canavarı'ndan...
Dolar patlarsa? Enflasyon Canavarı'ndan...
Hatta "sorumlu olmayan sorumlumuz" da var... Milli takım oynayıp yeniliyor. Suçlusu kim? Takıma alınmayan Hakan...
Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz... Sinekten...
Deli dana geliyor. İnekten...
Millet hormonlu diye tavuk yemiyor. Erman Toroğlu'ndan...
Evleri su basıyor. Yağmurdan...
Ormanlar yanıyor. Sigaradan...
Gemi batıyor. Dalgadan...
İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor? Rahmetli pilottan...
Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz? Allah'tan...
----------------------------------
Yukarıdakilere uygun bir fıkra:
Bir gün melekler telaş içinde Allah'ın yanına çıkmış, yerlerinde duramaz bir şekilde ; - Allah’ım Allah’ım, Amerika ile İngilizler savaşa girdi yardım yapmalıyız. Allah :
- AA dert etmeyin, onlar işlerini bilirler. Bırakın kendi hallerine demiş Aradan bir iki gün geçmiş, melekler yine telaşla gelmiş ve : - Allah’ım bu seferde Fransa savaşa katıldı, hemen müdahale etmeliyiz.. Allah:

– Karışmayın, onlar işlerini bilirler, demiş Aradan bir iki gün geçince yine melekler apar topar soluğu Allah!ın katında almışlar ve: - Aman Allah’ım, bu seferde Türkler savaşa katıldı. Allah:
- Olamaz hemen bana tüm silahlarımı getirin kuşanmalıyız, onlar her şeyi bana havale ederler....