5 Mart 2009 Perşembe

EĞİTİMDE GELİNEN DURUM

Ülkemizde eğitim alanında istenilen başarıya ulaşamamamızın temel sebeplerinden biri devletin/milli eğitimin eğitim-öğretim anlayışı ya da uygulama yanlışları, bir diğeri ise, okul idarelerinin ve öğretmenlerin bazı durumlarda arzu edilen nispette hizmet üretememeleridir. Yalnız bunlar genele şamil değildir. Bu sebeple kendilerini eğitime adamış, gecesini gündüzüne katarak çalışan okul yöneticilerini ve meslektaşlarımı tenzih ediyorum. Son yıllarda yaygınlaşan okul başarısızlıkları biraz da okul idaresi ve öğretmen kaynaklıdır. Bir eğitimci olarak biraz özeleştiri yapalım. Bundan dolayı meslektaşlarımın affına sığınıyorum.
Eğitim-öğretim yükünü taşıyan katarın, lokomotifi okul idareleri, vagonları ise öğretmenlerdir. Vagonların, eğitim yükünü “muasır medeniyet istasyonu”na eriştirebilmesi için idare lokomotifinin istikametinin doğru olması yetmez, bir de bu yükü çekebilecek güce sahip olması gerekir.

Sene başı öğretmenler kurulu toplantıları, o öğretim yılının hedeflerinin belirlenmesi ve gerekli planlamanın yapılabilmesi bakımından çok önemlidir. Ne yazık ki bazı okullarda bu toplantılarda, okul müdürleri oluşturdukları gündem maddeleri üzerinde yönetmeliklere dayalı olarak açıklama yaparlar ve bu açıklamalar daha öncekilerinin genellikle çok benzeri veya aynısıdır. Hele öğretmenler bu toplantılardan pek hoşlanmazlar ve toplantının bir an önce bitmesini isterler. Bunun için de gündem maddeleri üzerinde fikir beyan etmekten sakınırlar. Mecbur kalırlarsa suya sabuna dokunmayacak yuvarlak ifadelerle durumu idare etmeye çalışırlar. Sene sonu toplantıları da aynı öneme haizdir. Bu toplantılarda bir öğretim yılının değerlendirmesi genelde usulen yapılır. Bir yılı değerlendirirken her zümre başkanı söz alır ve
“Çok başarılı bir öğretim yılı geçirdik; öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ederim.” gibi çok basma kalıp bir ifade kullanır. Halbuki bu toplantılarda her şey açık yüreklilikle ele alınıp tartışılsa; mesela daha önceki tecrübelerden hareketle başarıyı artırabilmek için neler yapılabileceği ve arzu edilen hedefler yakalanamadı ise sebepleri tartışılsa, birazcık özeleştiri yapılsa eminim ki arzu edilen başarı yakalanır.

Yine her öğretim yılının başında, öğretmen yıllık plan yapardı. Ne yazık ki son yıllarda bu planlar hazır olarak satın alınıyor. Ben bunu bir doktorun bir hasta için yazdığı bir reçeteyi, başka bir doktorun kendi hastasına vermesine benzetiyorum. Bir hasta için yazılan reçeteyi, başka hasta için kullandırmak ne kadar sakıncalı ise bir okulda bir öğretmenin yaptığı bir yıllık planı, başka bir okuldaki öğretmenlerin kullanması da en az onun kadar mahsurludur. Bu şekilde temin edilen yıllık planın bir sureti okul idaresinde dosyada muhafaza edilir, bir sureti de katlanır ve ders teftişi için müfettiş geldiğinde gösterilmek üzere öğretmenin çantasının bir köşesine bırakılır. Bu sadece formaliteyi tamamlamadır; eğitime hiçbir faydası olmadığı gibi zararı da vardır. Bunun için öğretmen sınıf seviyesini ve çevre şartlarını düşünerek kedi uygulayacağı yıllık planı, kendisinin hazırlaması gerekir. Her konuya başlarken ya da bir konuyu bitirirken yıllık plana uyup uymadığını da kontrol etmelidir.

Zümre öğretmenleri, her öğretim yılının başında ve sonunda zümre toplantısı yapıp bu toplantılarda aldıkları zümre kararlarını uygulamakla mükelleftirler. Ama maalesef çoğu zaman bu sözde kalır. Genelde bir öğretmen tek başına afaki bir zümre toplantısı yapar, o toplantıda öğretmenleri konuşturur, gerekli kararları alır; zümre toplantısı tutanağını hazırlar, öğretmenlere ve okul müdürüne imzalatır, öğretmen sayısı kadar çoğaltır ve zümre öğretmenlerine birer suret dağıtır. Çoğu öğretmen ve okul müdürü altına imza attıkları zümre toplantısı tutanağını okuma zahmetine bile katlanmaz. Halbuki bu toplantılar, zümre öğretmenlerinin bilgi paylaşımı için, eğitim-öğretimle ilgili meseleleri tartışmak ve ortak bir yol tayin etmek için bulunmaz bir fırsattır.

Her gün her şey değişiyor. Adeta her gün dünya yeniden imar ediliyor. Değişiklik yoksa ilerleme de yok, yani yerimizde sayıyoruz, dolaysıyla da ilerleyenlere göre geri kalıyoruz demektir. Durum böyle iken bazı öğretmenlerin yıllar önce hazırladığı ya da başka öğretmenlerin hazırladığı veya internetten indirdiği yazılı sorularını temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öğrencilerin önüne sürmesini çağdaş eğitim anlayışı ile bağdaştırmak mümkün değil. Program aynı da olsa, her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır, her öğretmenin hangi konuya daha çok önem verileceği ve konu ile ilgili olarak neyin ölçüleceği veya yoklanacağı da öğretmenden öğretmene değişebilir. Birisinin beğenip aldığı ve üzerine yakıştırdığı elbisenin bir başkasının üzerinde de aynı güzellikte durması ve onun bedenine göre olması mümkün değildir. Ya da geçen sene beğenilen bir elbise, modası geçtiği için bu sene o kadar hoşa gitmeyecektir. O zaman soruların da değişmesi gerekir. Yani soruların, o yazılıyı yapacak öğretmene ait ve ilk defa soruluyor olması şarttır.

Her öğrenci, her dersten yüksek not almak ister. Bu, öğrenci velileri için de arzu edilen bir durumdur. Aslında bunu okul idareleri ve öğretmenler de ister. Ama her öğrencinin, her dersten tam not yani 100 veya 5 alması mümkün değildir. Öğrenci, arzu ettiği notu almadığı zaman, öğretmeninden hak ettiğinin üzerinde not ister. Bazen de öğrenci velileri devreye girer. Hatta okul idarecileri gayri resmi yollarla öğretmeni uyarır. Bu durumlarda nahoş hadiseler yaşandığı da olur. Bazı öğretmenler bu nahoş durumlarla karşılaşmamak için öğrencilerine bol keseden not dağıtır. Böyle davranmakla öğretmen; rica, sitem ve tavassutlara muhatap olmadan günü kurtarmış olur. Ne var ki öğretmenin bu ucuz hesabının faturası ileride öğrenciye kesilecektir. Hak etmediği yüksek notu alan, ya da kendisine hak etmediği yüksek not verilen öğrenci, artık gayret gösterip kendisi kazanmak yerine başkalarının himayesine muhtaç duruma düşecektir. 3’lük bir öğrenciye 5 verilince, öğrenci kendisini 5’lik zannedecek ve hakkıyla 5’lik olabilmek için gayret göstermeyecektir. Bir öğrencinin notu, hakkıyla yüksek not alan öğrencilerin seviyesine yükseltilince, bu öğrenci haksız bir rekabetin içine düşecektir. Bundan sonraki hayatında da hak etmediklerini elde etme gayretinde olacaktır. Hak etmediği notla aldatıldığı, kandırıldığı için hayatta kaybetmeye hep mahkûm olacaktır.

Görüldüğü gibi öğretmenin görevini ihmal etmesi, görevini kötüye kullanması ya da hafife alması öğrenciye nelere mal oluyor. Bu noktada öğretmenin yapması gereken, öğrenciye 5 ya da 100 vermek yerine, öğrencisini 5’lik ya da 100’lük yapmaya çalışmasıdır. Olmuyorsa 5’lik öğrenciye 4 vermek ne kadar zararlı ise, 4’lük öğrenciye 5 vermek de en az o kadar tehlikelidir. Hele “Diğer okullarda öğrencilere çok yüksek notlar veriliyormuş, biz de vermezsek bizim öğrencilerimize yazık olur.” diyerek başkasının yanlışını çoğaltmak eğitimimize, geleceğimize yapılmış en büyük ihanettir.
Yine her öğretim yılında “hizmet içi eğitim programı” ismi altında seminer çalışmaları yapılır. Bu çalışmalar da formaliteyi tamamlamaktan öteye geçmez. Seminer dediğimiz bilgilendirme, yenilikleri öğretmenlere anlatma çalışmalarında farklı okullardan öğretmenler bir okulda toplanır. Görevli konuşmacı çoğunlukla bilgisayardan ya da kendisine verilen yazılı dokumandan bilgileri adeta okur; anlatmaz, anlatamaz. Çünkü kendisi o alanın uzmanı değildir. Böyle olunca anlatılanlar öğretmenlerin ilgisini çekmez ve öğretmenler bu çalışmalara aktif olarak katılmazlar. Bu toplantılar, planlanan zamanın sadece bir kısmında tamamlanmış gösterilir. Bu toplantılara anlatıcı, bilgilendirici olarak görevlendirilen şahıs alanının uzmanı olmalı ki öğretmenler de toplantıların faydasına inanarak çalışmalara katılsınlar ve arzu edilen fayda temin edilmiş olsun.
Okul idareleri, okullarında daha kaliteli eğitim verilebilmesi için gerekli alt yapıyı oluşturmada ve öğretmenlerin bu doğrultudaki isteklerini yerine getirmede oldukça gayretli olmalı. Hizmet üretmeye çalışan öğretmenlerin önünü açmalı, onlara destek vermeli; onları takdir ve taltif etmeli. Hiçbir zaman olanla yetinelim, imkanlarımız elvermiyor, anlayışına saplanıp kalmamalı.
Okul idareleri, dönem sonlarında, derslerindeki sınıf başarısı %50’nin altına düşen öğretmenlerden savunma isterler. En azından bu öğretmenlere hoş bakmazlar. Öğretmenler de bu durumu bildikleri için gerçek başarı %50’nin altında bile olsa onu kağıt üzerinde-hiç değilse-%50’ye çekerek suni olarak kendilerini başarılı gösterirler. Okul idareleri de bu başarının suni olduğunu bile bile bu duruma göz yumar. Tabii ki başarısızlık hoş bir şey değildir, ama aldatmaca ve gerçek olmayan kağıt üzerindeki başarı da sahtekarlıktır. Ayrıca, bir sınıfta başarının %50’nin altına düşmesi ne kadar anormalse, bir öğretmenin girdiği sınıflarda bütün öğrencilerin ortalamasının 5 olması ya da sınıfların başarısının %100 olması da en az onun kadar anormaldir. Çünkü öğretmen ne kadar başarılı olursa olsun sınıftaki ya da sınıflardaki öğrencilerin hepsi seçme öğrenci değildir ki öğretmen hepsini 5’lik yapabilsin. Bence bu durumda da öğretmenden savunma istemek gerekir. Ama maalesef böyle bir durumda savunma alındığına ne şahit oldum ne de savunma alındığını duydum.

Okul idarelerinin yapması gereken, durumu idare etmek olmamalı. Okul idareleri; günü kurtarmak, kağıt üzerindeki başarılarla avunmak yerine başarıyı gerçekten %100’lere yükseltebilmek için öğretmenlerle sık sık istişare etmeli ve gerekli tedbirleri almalıdır.
OKS ve ÖSS’de yüksek puan alan ve aldıkları yüksek puanlarla iyi okullara kayıt yaptıran öğrencilerin öğretmenleri ve okulları hemen bu öğrencilerin başarısını sahiplenirler. Evet, öğrencinin başarısında öğretmenin ve okulun payı inkâr edilemez. Ama bu noktada bir öğretmenin “Benim öğrencilerden şu kadarı fen lisesi kazandı.” ya da “Benim şu kadar öğrencim tıp fakültesi kazandı.” demeden önce bir düşünmesi lâzım. Eğer o öğrencilere yardımcı olabilmek için, ders saatleri dışında zaman ayırmışsa, onların daha başarılı olabilmesi için fedakârlıkta bulunmuşsa; bu öğretmenin öğrencilerinin başarısı ile iftihar etmeye hakkı vardır. Yok sadece derslerine girmiş, öğrencileri daha başarılı kılabilmek için fedakârlıkta bulunmamışsa, fırsat ve zaman üretip bu fırsat ve zamanları öğrenci lehine değerlendirmemişse; dersleri dolu dolu değerlendirmemişse, onların moralini yüksek tutmak için gayret göstermişse, o öğretmenin başarılı öğrencilerin başarısını sahiplenmeye hakkı yoktur. Çünkü derse girmek yetmez. Öğretmenin ders görevinin karşılığı, aldığı maaştır. Ayrıca fedakârlık yapmışsa onun karşılığı da, öğrencilerinin başarılarından kendine pay çıkartmak ve öğrencilerinin başarıları ile övünmektir.
Öğretmenler, öğrencilerin aynasıdır. Öğrenci, öğretmenine baktığı zaman onda kendisini görür. Yani şahsiyeti olgunlaşmak üzere olan öğrenci için öğretmen yegâne bir modeldir. Bu durum öğretmene büyük bir vebal ve mes’uliyet yükler. Öğretmenliğin kutsiyeti de ağır mes’uliyet mesleği olmasından kaynaklanır. Öğretmen bu mes’uliyetin müdriki olmazsa öğrencisinin şahsiyetinin yanlış şekillenmesine sebep olur. Bu sebeple öğretmenlerin çok dikkatli davranması ve hata yapmaması gerekir.

Bir öğretmenin öğrencisine ödev yaptırabilmesi için önce kendisinin derse hazırlık yaparak gelmesi ve bundan öğrencilerinin emin olması gerekir. Başarı disiplinin meyvesidir. Disiplinin olmadığı bir yerde, arzu edilen başarıya da ulaşılamaz. Yapacağı yazılının sorularını hazırlamadığı için yazılıyı erteleyen ya da yazılıyı ne zaman yapacağını ve anlatacağı konuyu unutan öğretmenin öğrencisi de ihmalkâr olur; ödev yapmaz, derse hazırlıklı gelmez. Yaptığı yazılı yoklama sonuçlarını ertesi gün öğrencilere duyurmayan öğretmenin görevini geciktiren veya ihmal eden öğrenciden şikâyetçi olmaya hakkı yoktur.

Öğrenci ampul, öğretmense o ampule elektriği iletecek olan açma-kapama anahtarıdır. Ampulün ortamı aydınlatabilmesi için, anahtarla ampul arasında elektrik enerjisini sağlıklı iletecek bir hat olması lazım. Bu sağlıklı hat; iyi niyetle, samimiyetle, fedakârlık duygusu ile, saygı ve sevgi ile kurulabilir. Öğrencilere başkalarını sevmeyi, saymayı; başkaları için fedakârlıkta bulunmayı, çok çalışmayı öğretebilmek için önce öğretmenin öğrencilerini sevmesi, sayması; onlar için fedakârlıkta bulunması ve çok çalışması gerekir. Yani bazı şeyleri sadece anlatmakla netice alamayız; karşı taraftan istediklerimizi kendimiz yaşarsak; o zaman, anlatmak için zaman harcamamıza gerek kalmaz.

Alıntıdır.

Hiç yorum yok: